Doğalbir afet gibiSiyasal bir afet . Depremden daha deprem. Depremde çaresizdiniz,şimdi yüz kere çaresiz kalacaksınız. Asıl çözümün muhatabı yerel yönetimler devre dışı bırakılarak,valiler yetkili kılındı. Her yere uygulanabilecek,her yer risk alanı olabilecek bir anlayışta. Risk,bir alan olarak tanımlanmış. Metznerin de dediği gibi, kişisel ve mesleki değerlerimizin içinde, sadece insanların ya da bir grup insanın değil, bütün canlıların ve onların yaşamalanlarının sürdürülebilirliği, korunması ve restorasyonu yer almalı (Metzner, 1999). Millikültür değerlerimizin en önemlilerinden biri de dildir . Dil sayesinde diğer tüm kültürel değerlerimizi gelecek kuşaklara aktarabiliriz . Bu sebeple dilimizi yabancı dillerin etkisinden arındırmalı ve güzel Türkçe'mizi en doğru biçimde kullanmaya çalışmalıyız . Milli kültür değerlerimiz bizi biz yapan değerlerdir . Türkkültür öğelerini üzerinde taşıyan ancak çağa ve teknolojiye uyumlu bu kahramanlar güçlerini kötüye karşı iyi için kullanmalılar. Milli kahramanlarımızı değiştirmek, çağa daha uygun hale getirmek yerine çocuklarımızın beğeni anlayışını, değer yargılarını değiştirmeye çalışmalıyız. DenizliMilletvekili Kazım Arslan’ın, turizm sektörünü geliştirmek için hangi tedbirlerin alınacağını, Pamukkale ören yeri giriş ücretinde Denizlililere özel bir uygulama yapılıp yapılamayacağı ile işletilmesinin özel sektörden alınıp alınmayacağını Kültür ve Turizm Bakanından öğrenmek istediğine ilişkin üOkulu çevrenin kültür merkezi haline getirebilmek için etkinlikler planlayabilmelidir (MEB, 2008). ü Türk Milli Eğitim sisteminin temel değer, ilke ve amaçlarını bilme-li, eğitim öğretim faaliyetlerine bunları yansıtabilmelidir (MEB, 2008). ü Özel alan bilgisi ve uygulama becerisi kazanmış olmalı, yapılan de- C39x. Anlamı Bir şeyi anlamış ve kavramış olmak. Bilmek Cümle İçinde Kullanımı 1- Bazen çok bilmek, çok yanılmamıza sebep olabilir. 2- Her konuda bir az şey bilmektense bir konuda her şeyi bilmeyi tercih ederim. 3- Biliyorum ki emek vermeden başarı olmaz. 4- Bir şeyleri bilmek, onları uygulamak anlamına gelmez. 5- Bin bilsen de bir bilene danış. İlgili mesajlar Hayatımızda Atatürkün Fikirlerini Rehber Olarak Kullanmayı Başarabiliyor muyuz Konulu Yazı Kurultay ile İlgili Cümleler Meslektaş ile İlgili Cümleler milli kültür değerlerimizin korunması için neler yapılabilir konulu bir yazı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster milli kültür değerlerimizin korunması için neler yapılabilir konulu bir yazı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster Milli Kültür Değerlerimizin Korunması İçin Neler Yapılabilir ? Kültür bir millete has olan maddi ve manevi değerlerin toplamıdır . Bu değerlerimizin içerisinde bayrağımız , vatanımız , gelenek göreneklerimiz , giyim kuşamımız , yöresel oyunlarımız vb. Unsurlar gelmektedir . Milli kültür değerlerimiz bizlerin bir arada yaşamasını sağlayan bize millet olma bilinci kazandıran unsurlardır . Milli kültür değerlerimizin korunması için hepimize önemli vazifeler düşmektedir . Bayrağımızın korunması için her Tür vatandaşı işini en iyi şekilde yapmalı ve ülkemizi dünyanın sayılı devletleri arasına sokma gayreti içerisinde olmalıdır . Vatanımıza kasteden iç ve dış düşmanlara karşı her zaman uyanık olmalı ve her daim güçlü olmaya çalışmalıyız . Vatan topraklarımız da bizim milli değerlerimizden biridir . Bu topraklar atalarımızdan bize miras kalmıştır ve bu topraklara düşmanların girmemesi için elimizden gelen gayreti göstermeliyiz . Milli kültür değerlerimizin en önemlilerinden biri de dildir . Dil sayesinde diğer tüm kültürel değerlerimizi gelecek kuşaklara aktarabiliriz . Bu sebeple dilimizi yabancı dillerin etkisinden arındırmalı ve güzel Türkçe'mizi en doğru biçimde kullanmaya çalışmalıyız . Milli kültür değerlerimiz bizi biz yapan değerlerdir . Bu değerlerimizi mutlaka gelecek kuşaklara aktarmalıyız . Bunu sağlamak için de belgeseller , filmler , diziler , konferanslar , söyleşiler vb. Etkinliklerle tüm milletimize benimsetmek gerekir . Cumhurbaşkanı Erdoğan, eğitimde istenilen başarılı adımların atılamadığımı, Ak Parti’nin fikrî bakımdan iktidar olamadığını Bey’in bu açıklaması da, yanlışı itiraf etmesi ve eğitimde millî bir atılım gerçekleştirileceğine dikkat çekmesi de kalındı ama bundan sonra köklü, kucaklayıcı adımlar atılırsa, geleceğimizi kurtaracak ve kuracak bir yola girmiş oluruz. “Dindar nesil” yerine “medeniyet rüyası olan nesiller” söylemi, yeniden Gazâlî’ler, Yunus’lar, Sinan’lar, Itrî’ler yetiştirecek köklü bir eğitim sistemi fikri, birleştirici, bütün tepkileri bertaraf edici ve kuşatıcı bir yaklaşım olacaktır, diye yapılabilir, çığır açıcı atılımlar nasıl gerçekleştirilebilir gibi temel soruların cevaplarının izini daha sonraki yazılarda süreceğim; ama millî güvenlik meselesine dönüşen eğitim, kültür ve medyamızın hâl-i pür melâlini gözler önüne sermemiz gerekiyor bir kez VERECEK BİR EĞİTİM VE KÜLTÜR...Tek kanatlı kuş uçamaz...Kanadı kırık bir kuşun uçmasını beklemek de hem tek kanatlı kuş hem de kanadı kırık kuş sömürgeleştirilemeyen tek ülkesiyiz ama üzerimizden yüzlerce yıllık bir sömürge silindiri geçmiş, her şeyimizi tarumar etmiş bir müstemleke ülkesini andırıyoruz!Eğitim sistemimiz, bizim medeniyet iddialarımız, ruhumuz ve dinamiklerimiz ekseninde dünyamız, müstemlekeci kafaların, metamorfoz yemiş, celladına âşık tasmalı çekirgelerin işgali altında!Fikir hayatımız, yok ülkenin eğitim sistemi, çocuklarına, sadece kuru bilgi ülkenin eğitim sistemi, çocuklarına ruh vermekle, ideal, kişilik ve tabiî ahlâk kazandırmakla Başkalarının kavramlarıyla, bakış açılarıyla kendi dünyanızı kuramazsınız!Kültür, sanat ve fikir hayatı, yalnızca Batı’da üretilenleri buraya aktarmakla ya da burada tepe tepe tüketmekle, bu ülkenin önünü açamaz; bu ülkenin çocuklarının ufkunu genişletemez; aksine, bu ülkenin çocuklarını hem zihnen felçleştirir hem de fiilen KAYBEDİYORUZ...Bu ülkede hâkim olan sığ pozitivist / seküler eğitim sistemi, çocuklarımızın zihnini, ruhunu ve aklını körleştiriyor, yok ediyor!Sanıldığı gibi Batılı bir eğitim sistemi filan yok bu ülkede Sömürgeci bir eğitim sistemi hükümferma her sistemi de, kültür-sanat hayatı da, medya rejimi de çocuklarımızı mankurtlaştırıyor; kendi değerlerimize yabancılaşmış, metamorfoz yemiş kimliksiz, ruhsuz, entelektüel melekeleri donmuş, Batı’ya aşağılık kompleksiyle bakan, zihni felçleşmiş, ruhunu yitirmiş, kaygan zeminlerde patinaj yapan, dekadansla dans eden şizofren kuşaklar yetiştiriyor çıkmış Batılı değerlerin misyonerliğini yapıyor, bizim değerlerimizin altını oymaktan başka bir şey yapmıyor sömürgeci eğitim sistemi de, yoz ve yozlaştırıcı kültür, sanat ve medya rejimi de!İnsanlığın ekmek kadar su kadar ihtiyaç hissettiği, aşılamamış ve anlaşılmamış, aksine sürgit aşınan, aşındırılan evrensel değerlerimizi yok sayıyor, su gibi harcıyor!Çocuklarımızı kaybediyoruz...Genç kuşaklar, gözümüzün içine baka baka yok oluyor... Elimizden kayıp gidiyor...Genç kuşaklarımızın da, ailelerinin de, yöneticilerimizin de şu soruları sormaları gerekiyor kendilerineHangi kültürü yaşıyoruz?Hangi rüyaları görüyoruz?Hangi idealleri taşıyoruz?Hangi iddiaları hayata geçirme mücadelesi veriyoruz?Bu sorular üzerinde düşününce, kendi kültürümüzü, kendi zamanımızı, kendi dünyamızı yaşamadığımız, kendi hayallerimizi, kendi iddialarımızı değil başkalarının hayallerini, başkalarının iddialarını hayata geçirmekten başka bir şey yapmadığımız gerçeğini görünce uykularınız kaçmıyorsa, bu ülke bitmiştir, diye hükmedebiliriz!RUHUNU KORUYAMAYAN BİR ÜLKENİN VARLIĞINI KORUYABİLMESİ HAYALDİR!Her zaman söylediğim gibi, gençlerini ihmal edenler, geleceklerini imha olmayanlar başkalarının hayalleriyle yaşarlar!Bu toplum, eğitim sistemini, kültür, sanat ve medya hayatını, insanlığın şiddetle ihtiyaç hissettiği bizim evrensel medeniyet değerlerimiz, ruhköklerimiz ekseninde silbaştan yeniden inşa edemezse, bırakınız insanlığa bir şeyler sunabilmeyi, varlığımızı sürdürebilmemiz bile tehlikeye ülkenin en temel sorunu medeniyet sorunu, dolayısıyla hâdiselere kendi medeniyet perspektiflerimizle bakabilme, yorumlayabilme meselesidir; özlü bir ifadeyle, zihinsel işgaldir, zihinlerimizin işgal edilerek bizim celladımıza âşık fikrimizi, perspektifimizi, ruhumuzu, dinamiklerimizi, zihin setlerimizi, eğitim, düşünce, kültür, sanat, medya hayatımıza nakşetmenin, gergef gibi işlemenin yollarını bulamazsak, yok olmaktan koruyamayan bir ülkenin, varlığını korumasını beklemek olmayacak duaya âmin köklerde gizlidir, göklere yönlendirir. Köklere inemezseniz, göklere kültürde kazanılamayan bir istiklal ve istikbal mücadelesi, kaybedilmeye yüzden, bu ülkenin eğitim, kültür, gençlik sorunu, terörden de, ekonomik krizlerden de önemlidir ve millî güvenlik meselesi hâline gelmiştir!Vesselâm. Kızılay Genel Başkanı Tekin Küçükali, sel konusunda vatandaşların dikkat etmesi gereken noktaları bildirdi. Küçükali, 'Kızılay ile Güvenli Yaşamı Öğreniyorum' kitabını kaynak göstererek yaptığı yazılı açıklamada, seller öncesinde, sel sırasında ve seller sonrasında dikkat edilmesi gerekenlerle ilgili bilgilendirme yaptı. Buna göre, sellerden korunmak için yapılması gerekenler şöyle "Sel yataklarına yerleşilmemesi, kamp kurulmaması, otomobil park edilmemesi konusunda herkesi uyarın. Bulunduğunuz noktanın sele uğrama riskini öğrenin. Bölgedeki sel uyarı işaretlerini ve yerel erken uyarı sistemlerini öğrenin. Sel tehlikesi olduğu zamanlarda varsa otomobilinizin yakıt deposunu doldurun. Kullanma amacıyla temiz banyo küvetine ve kaplara su doldurun. Afet çantanızı kontrol edin ve varsa eksiklerini tamamlayın. Bina dışındaki malzeme ve eşyaları içeriye taşıyın. Önemli eşyalarınızı yüksek yerlere koyun. Kullanılması zorunlu olanlar hariç elektrikli ev aletlerini fişten çekin. Şalterleri ve vanaları kapatın. İstenildiğinde daha önce belirlenen yerlerden ve afet çantanızı da yanınıza alarak daha yüksek ve güvenli yerlere kaçmaya hazır olun. Hava durumu raporlarını ve haberlerini sürekli izleyin. Acil durum haberleşme ve toplanma planını uygulayın." Seller sırasında yapılması gerekenler "Hiçbir zaman akan sel sularında yürümeyin. Sel sularına otomobil ile girmeyin. Aniden sel suları ile karşılaşırsanız, durun, geri dönün ve veya başka bir yöne gidin ve yüksek yerlere kaçın. Yalnızca bir karış yüksekliğindeki sel suyu bile ayaklarınızı yerden kesip sizi düşürebilir. Selden korunmak için derhal daha yüksek bir yerlere kaçarak sel bölgesini terk edin. Otomobiller diz seviyesine kadar yükselmiş sel suyu tarafından sürüklenebilir. Otomobilinizin etrafında sel suları yükseliyorsa hemen otomobilinizi terk edip yüksek yerlere kaçın. Ani sellerde sular iri kayaları yuvarlayabilir; ağaçları, binaları ve köprüleri yıkabilir. Sel suları, 3 ila 6 metrelik yüksekliğe ulaşabilir, öldürücü çamur ve diğer dağ kalıntılarını beraberinde getirir. Ani sellerde en iyisi en küçük bir işaret ve uyarıda hemen ve hızla yüksek yerlere kaçmaktır. Pilli radyodan hava durumu raporlarını ve haberleri dinlemeye devam edin. Size bağımlı kişileri, engellileri ve hayvanları unutmayın. Gereksiz yere telefon kullanmayın. Kopmuş elektrik telleri ile temas halinde olabilecek su birikintilerinden, bahçe çitlerinden, ağaçlardan ve diğer ıslak cisimlerden uzak durun. Görünüşe aldanmayın. Dibi görünmeyen sel sularına girmeyin. Su birikintilerinin çevresinde, mazgalların etrafında, kuru vadi gibi yerlerde durmayın. Kestirme yolları değil, önceden belirlenmiş kaçış yollarını kullanın." Seller sonrasında dikkat edilecekler "Pilli radyonuzu hep yanınızda taşıyın. Böylelikle son gelişmelerden haberdar olursunuz. Sel sularından uzak durun; zehirli maddeler içeriyor olabilir. Unutmayın, sel suları çekilmeye başlamadan önce tehlike geçmiş sayılmaz. Yerel yönetim tarafından izin verilmedikçe evinize dönmeyin. Merak gidermek için afet bölgesine gitmeyin. Binanız hala su ile çevriliyse içine girmeyin. Komşularınıza, çocuklara, yaşlı ve engellilere yardım edin. Binanıza girmeden önce binanın temelden çatıya kadar çökme ve yıkılma tehlikesi için kontrol edilmesini bekleyin. Ayrıca bölgedeki heyelan tehlikesini de gön önünde tutun. Gaz kaçaklarını, yanıcı ve parlayıcı maddeleri düşünerek bina içlerini araştırırken meşale, çakmak ve mum gibi aydınlatma araçları yerine ışıldak veya pilli el fenerlerini kullanın. Sel temizliği yapılırken, elektrik çarpması, karbon monoksit zehirlenmesi, adale incinmesi, solunum zorlukları, kimyasal maddeler ile kirlenme, yangın, boğulma vb. olaylar yaşanmaktadır. Gaz ve su borularında kırık ve patlaklar yangın tehlikesi oluşturur. Su altında kalmış elektrik kabloları ve elektrikli araçlar olup olmadığının kontrol edilmesini bekleyin. Sel suları ile evinize taşınabilecek olan kimyasal maddeler ve zehirli yılanlara dikkat edin. Şehir elektriği kesilmiş, ışıklar veya lambalar donuklaşmış ya da titrek bir hal almış ise tüm elektrikli aletleri kapatın. Sadece bir lambayı açık tutun. Kopmuş hiçbir kabloya dokunmayın. Yere değen elektrik kablolarından uzak durun; elektrik çarpabilir. Elektriğe kapılmış kimselere dokunmayın; elektriği kesin. Sel yolun bir kısmını sürükleyip götürmüş veya çökertmiş olabilir. Eğer suyun içinden gitmek zorundaysanız suyun durgun olduğu yerlerden yürüyün. Selden etkilenmiş yiyecekleri, sel suları ile taşınmış sebze ve meyveleri yemeyin. Varsa şişe suyundan başka su içmeyin." Yabancı Kültürlere Karşı Milli Kültür​ Bu çok geniş konuyu kısa bir tebliğ hâlinde işlemek imkânı olmadığı için fikirlerimi özetleyerek vereceğim. Bu fikirler Türk kültürünün yabancı kültürlerle olan temaslarına ait maceranın belli başlı noktalarını belirtecek şekilde düşünülmüş ve tertiplenmiştir. 1. Millî kültür ve yabancı kültür diye birbirinden tamamen ayrı, bağımsız mevcudiyetlerden bahsetmek doğru değildir. Hiçbir kültür, özellikle Türk kültürü, başkalarıyla temastan ve onların etkisinden değişmekten müstağni sayılamaz. Kısacası, tarihin herhangi bir anında millî kültürü ve yabancı kültürleri birbirlerini ilk tanıyan şahıslar gibi karşı karşıya getiremeyiz. 2. Yine de, her kültürü hususî vasıflara sahip bir bütün olarak görmemiz gerekiyor. İki şey arasındaki münâsebeti belirtebilmek için bunların birbirinden farklı şeyler olduğunu kabul etmek zorundayız. Acaba Türk millî kültürü ile yabancı kültürler arasındaki münâsebetin mahiyeti ve derecesi nedir? 4. Kültürün devamlı değiştiğini kabul ediyorsak, o zaman bütün zaman ve mekânlar için geçerli bir millî kültür şeması çizmenin doğru olmadığını da kabul etmeliyiz. Mamafih, bizim bu sözümüz kültür değişmesini belli bir yönde şekillendirmek isteyenlerin gayretine karşı sayılmamalıdır; bu türlü gayretlerin boş olduğunu da hiçbir zaman söyleyemeyiz. Bence bu türlü faaliyetlere kültürü millileştirme yerine millî kültüre şu veya bu karakteri kazandırmak adını verirsek, birçok yersiz münâkaşa ve çelişmelerin önüne geçmiş oluruz. 5. Türk millî kültürünün yabancı kültürler karşısındaki durumu denince, elbette devamlı münâsebette bulunduğu kültürlerden ne gibi tesirler aldığını, onlara neler verdiğini, aldığı tesirlerin kendi bünyesinde ne gibi değişmelere yol açtığını düşüneceğiz. Bu bakımdan Türkiye bir yandan Batı medeniyeti ne intibak etmeye çalışan bir ülke olarak, bir yandan da kendi kültürünün yarattığı hususî durumlar içinde ele alınması gereken bir ülkedir. Batılılaşma kavramı hangi duygusal tavırla karşılanırsa karşılansın, Türkiye Batılılaşan bir ülkedir. Başka bir ifade ile, özellikle Batı Avrupa ülkelerinde geliştirilmiş bir teknoloji ve onunla birlikte bir takım değerleri, adetleri benimsemeye çalışmaktadır. Şu hâlde her şeyden önce teknolojik değişmenin yarattığı sosyal ve kültürel değişmelerle karşı karşıyayız. Bu değişmeler şimdi karşımıza çıkar şeyler değildir; yüz yılı aşkın bir zamandır ve gitgide artarak meydana gelmektedir. Türkiye bu kültür karşılaşmasında esas itibariyle alıcı durumdadır. Neleri nasıl aldığını ve bu alınanların yerli kültürde meydana getirdiği durumları görmek için kolaylık olmak üzere kültürün çeşitli sahalarını birer birer ele alabiliriz. Bu sahaların bazılarında değişmeleri takip etmek oldukça kolay, bazılarında ise oldukça zordur. Kabaca söylersek, kültürün dış tezâhürlerle ilgili değişmeleri kolayca görülebilir. Kılıkkıyafet bunların başında gelir. Diğer bazı kültür sahaları, ki meşhur antropoloji âlimi Linton, bunlara kültürün çekirdeği diyor, kıymetlerden ve duygusal yükü ağır basan tepkilerden, çağrışımlardan meydana gelmiştir; bunlar çok zor ve geç değişen, değişmeleri zorlukla tesbit edilen sahalardır. 6. Şekle ait unsurların başında gelen kılık-kıyafet, bugünkü Batı dünyasında geliştirilen ve oradan dünyanın her tarafına yayılan modellere göre değişmektedir. Öyle görülüyor ki, Batılı ve Batılılaşmakta olan ülkelerde kıyafetin standartlaşması artık herhangi bir millî kültürün eseri olmaktan çıktığı gibi, millî kültürlerin kolaylıkla mukavemet edebilecekleri hâlden de çıkmıştır. Bu yüzden bazıları bizde vaktiyle yapılan kıyafet değiştirme teşebbüsünün boşuna emek ve insan kaybına yol açtığını iddia etmektedirler. Kıyafetin teknolojik değişme ile ilgili vazgeçilmez bir netice olduğu söylenemez; bu esas itibariyle prestije dayanarak insanlara ve insan gruplarına intikal eden bir formdur. Her fert veya grup kendini bir görmek istediği grubun kıyafetini benimser, ona bir sembol kıymeti verir. 7. Bu açıdan bakıldığı takdirde yabancı kültürde alınan pek çok şeylerin sembolik değer taşıdığı görülür. Bu sadece bizim memleketimize has bir durum değildir. Semboller insanı belli bir grupla bağıntılı gösterdiği ve böylece onlara itibar sağladığı zaman daima kullanılmışlardır. Semboller kültür değişmesi açısından, hâkim gruba benzeme veya onunla aynı olmak iddiasına işaret eder. Özel otomobillerde Türkiye yi belirten TR rumuzu yerine Avrupa ülkelerinin amblemlerini taşımak gibi. Fakat hâkim gruba benzeme hevesinin en çok göze çarptığı yer merasimlerdir. Yılbaşı kutlamalarında, yaş günlerinde, düğün ve nişan merasimlerinde, davetlerde Batı tesirinin ne derece hâkim olduğunu görüyoruz. Kokteyl âdeti hemen bütün devlet müesseselerine ordu dahil girmiş bulunuyor. 8. Plastik sanatlar gibi şeklin en çok belirgin olduğu sahalarda yabancı kültürün tesirlerini kolayca görebiliyoruz. Hatta buna yabancı kültürün hızla artan tesiri demek daha doğrudur olur, çünkü Batı sanat formları Türkiye ye daha eski tarihlerde girmeye başlamıştır. Nuruosmaniye den Valide Camii ne ve Aziziye Köşkü ne kadar mimarîmizin geçirdiği macera bu tesirin ne kadar yaygın olduğunu gösterir. Cumhuriyetten hemen önce yeni bir Türk mimarîsinin doğuş örnekleri görülmüş, fakat Cumhuriyet devrinin hızlı Batılılaşma hareketi yerlilik ve orjinallik endişelerini tamamen ortadan kaldırmıştır. Ankara nın ilk resmî binaları, yabancılar tarafından yapılmakla birlikte, yerli motifler taşımak ve Türk mimarîsi örneği olmak üzere çizilmişti. Sonradan öğrendiğimize göre, devrin nüfuzlu kimseleri bunların fazla Arap olduğunu söyleyerek son millî mimarî çabalarını da söndürmüşlerdir. Dikkat edilirse, değişmenin özünde yatan tavır millilik kavramı içinden Müslüman dünyasıyla ve belki bizzat Müslümanlık la ilgili görülen şeyleri çıkartmaktır. Bu tavır bize zaten yabancı olan heykelde iyice belirgin hâle gelmiştir. Taksimdeki abidede, resmedilen kahramanlar dışında, Türk olan hiçbir şey yoktur. 9. Dışarıdan bakılarak açıkça görülebilen değişimlerin büyük bir kısmı günlük hayatta olanlardır ve bunlar arasında beslenme ile ilgili olanlar ön planda gelmektedir. Gıda tercihlerimiz, bunların hazırlanma ve sunulma şekilleri, beslenme ile ilgili teknoloji önemli ölçüde değişmektedir. Bu değişme bir taraftan yaşanan hayatın zaruretleriyle, yani sosyal değişmelerle ortaya çıkarken, bir taraftan da bilgi ve görgü değişmeleri sonunda olmaktadır ki, her ikisinin kaynağı da Batı kültürüdür. Büyük işyerlerinde okul ve kışlalar dahil yemekhaneler kurulması, buralarda insanların belli bir tarzda, belli zamanlarda ve belli cinsten yemeğe alıştırılması yemek âdetlerimizi oldukça değiştirmiştir. Aynı şekilde, özellikle aydınların Batı ülkelerinden edindikleri görgü ile beslenme tarzlarında değişiklik yaptıkları, bu türlü değişikliğin görgü, sosyal mevki ve refah seviyesine paralel olarak bütün ülkeye gitgide yayıldığı görülmektedir. Evlerine Amerikanbar yaptırmak, fincanla çay içmek, soğuk yemeklerle davetli ağırlamak henüz küçük bir azınlığın özelliğidir, ama karbonhidratlı maddelerden proteinli gıdalara doğru kuvvetli bir temayül en azından şehirli aydın kitlelere mal olmuştur. Avrupa dan aldığımız kahvaltı âdeti ise bugün millî bir vasıf hâlindedir. Bu arada güzellik anlayışımızın Batılı ölçüler istikametinde değişmesiyle birlikte, özellikle kadınlar arasında yeni bir gıda -zayıflama- rejiminin yaygınlaştığını belirtmeliyiz. Son bir nokta olarak, yemek görgüsü ile ilgili bütün Türkçe kitapların Avrupa görgü kitaplarının bir kopyesi olduğunu söyleyelim. Bütün bunlara rağmen, yerli kültürün çok kuvvetli olduğu noktalarda yabancı unsurlara karşı önemli bir mukavemet görülmektedir. Türkler de Anadolu ya yerleştikten bu yana gelişmiş ve kökleşmiş kuvvetli bir yemek kültürü vardır. Bazan bu kültür bütünü itibariyle bize hâkim görünen Batı kültürüne mukavemet etmekle kalmamış, ona birçok unsurlar vermiştir. Bugün bile Türkler Batı ülkelerinin gıpta ettiği bir mutfağa sahiptir. Bu zenginlik ve yemek zevki dolayısıyle, meselâ Batılılar ın sandöviçli öğle yemeği usulü ancak az gelirli gençler -çoğunlukla öğrenciler- arasında yaygınlaşmış, toplumun öbür katlarına ulaşmamıştır. İnsanlarımızın geliri önemli ölçüde düşmedikçe eski yemek alışkanlıklarının çoğu devam edeceğe benzemektedir. 10. Bütün bu saydıklarımız ve daha başka birçok maddî değişmelerin gerisinde manevî kültürdeki değişmeleri bulmak kabildir; yani bu maddî değişmeler, birtakım tavır ve zihniyet değişmelerinin sonunda meydana gelmiş bulunuyor. Manevî kültür dediğimiz bu sahadaki değişmelerin başında ise, insanın kendi kültürüne karşı takındığı tavırdaki değişmeler gelir. Bu tavır karşı karşıya gelen kültürlerin birbirlerinden neler alıp vereceklerini tayin eden başlıca faktörlerden birini teşkil etmesi bakımından özel bir önem taşır. Acaba Türkler Batı kültürünü ve kendi kültürlerini nasıl görmektedirler? Türler bundan yüz yıl öncesine kadar kendilerinin diğer milletlerden üstün olduklarına inanıyorlardı. Batılılar la aralarında teknoloji, hatta bir ölçüde kültür alışverişi olmakla birlikte bunlar kendi üstünlük duygularını sarsacak mahiyette değildi. Adet ve alışkanlıklarını, zevklerini, kıyafetlerini, hatta birçok inançlarını onlara bakarak değiştirecekleri akıllarından bile geçmezdi. Böyle bir tavır kültür iktibasını asgarî seviyede tuttuğu gibi, yapılan iktibasların tesadüfî birer değişme dışında mâna ifade etmesini de engeller. Gerçi devletimizin üst seviyedeki yöneticileri Batı yı model alarak değişmeyi sistemli bir faaliyet haline getirmişlerdi, fakat bu grup bütün ülke içinde çok küçük bir azınlıktı. Kültür bir kavram veya bir teoridir; bize müşahhas olarak görünen şey o kültürü taşıyan insanlardır. Bu yüzden kültür kıyaslamalarında insan hakkındaki değerlendirmeler büyük bir önem taşır. İki kültürün karşılaştırılması iki insan tipinin karşılaştırılması demektir. Bu bakımdan aydınlarımızın Batı yı görüşleri ile halkımızın görüşü arasında çok büyük bir fark buluyoruz. Üst seviyede uzmanlık isteyen sahalardan aşağılara doğru inildikçe insanlar arasında benzerliklerin gitgide arttığı görülmektedir. Böylece, bir Türk işçisi ile bir Alman işçisi arasındaki fark çok azdır veya hiç yok sayılır. Buna karşılık meselâ vasat bir Türk öğretmeni ile bir Alman öğretmeni arasında kolay doldurulamayacak bir boşluk daha ilk bakışta göze çarpar. Belki de bu yüzdendir ki Türk aydınının Batı ya karşı tavrı ifratla tefrit arasında, teslimiyete varan bir hayranlıkla nefret ve düşmanlık arasında gidip gelmektedir. Türk işçisi için böyle bir problem yoktur ve o dışarıda gördüğü medenî gelişmenin Türkiye de de pekâlâ olabileceğini düşünür; kendi seviyesinde bu gelişmenin olmaması için gerçekten ciddî bir sebep de yoktur. 11. İki değişik tavrın tabiî bir neticesi olarak, halkın temsil ettiği yerli kültür büyük ölçüde ayakta dururken, aydınlar, tıpkı A raf sakinleri gibi, yerli kültür ile Batılı kültür arasında marjinal bir varlık sürdürmektedirler. Türk kültürünün aydınlarca temsil edilmesi gereken daha rafine değerleri süratle kaybolmaktadır. Türk aydını Batı ya kıyasla kendi kültürünün hiçbir değer taşımadığı kanaatindedir. Hatta genellikle yerli kültür değerlerinin nelerden ibaret olduğu hakkında gerekli bilgisi de yoktur. Bu değerleri korumak veya yaşatmak, geliştirmek, yeni yaratmalar için malzeme olarak kullanmak gibi endişeleri olmamıştır. Yerli kültürün değerleri ancak hayran olunan yabancılar tarafından takdir edilir ve aranır olunca Türk aydını bunlara itibar etmiş, fakat burada yine kendi eksiğini tamamlamak yerine Batılı yı tatmin etmeyi düşünmüştür. Türk halkı yerli kültürden şikâyetçi değildir, hatta ondan çok memnundur. Bu yüzdendir ki, dışarıda çalışan işçilerimiz özellikle insan münâsebetleri konusunda yabancılara karşı bir üstünlük duymaktadırlar. Bu onların şahsiyetlerini ayakta tutmaya, bir kültür taşıyıcısı ve yaratıcısı olma potansiyellerini yaşatmaya yetiyor. Fakat aydınlarımız bütün felâketlerinin kendilerine intikal eden millî kültürden geldiğini düşünmüşlerdir. Tarih, dil ve dine karşı bazan açıkça düşmanlık, bazan ilgisizlik ve istihfaf şeklinde görülen aydın tavrının özellikle son elli yıl içinde kültürümüze yaptığı müdahaleler ve bunların neticeleri artık herkesin bildiği şeylerdir. Bu tavrın şiddeti son yıllarda önemli ölçüde kırılmış, hatta gerilemeye başlamış bulunuyor. 12. Yabancı kültürün yayılması ve yerleşmesi zihniyet değişmesinden davranış değişmesine doğru olduğu gibi, bazan davranış değişmesinden tavır değişmesine doğru olmaktadır. Bu türlü değişme genellikle mecburî kültür değişmesi meydana getirmek isteyen devlet idarecilerinin başvurdukları bir yoldur. Türkiye de bunun en açık örneği kanunları değiştirmek suretiyle yeni bir örf ve âdet sistemi yaratmanın denenmesi olmuştur. Batılı ülkelerden kanun tercüme ederek bir hukuk sistemi meydana getirme teşebbüsü İmparatorluğun son devrinde başlamış, Cumhuriyette bütün hızıyla devam etmiştir. Bu kanunların Türkiye nin kültürel bünyesinde ne gibi değişmelere yol açtığına dair hiçbir araştırma yapılmış değildir. Belki de bunların inkılâp kanunları sayılması dolayısıyla, üzerinde söz edilmesinin açabileceği tehlike araştırma ve tartışmayı engelleyici bir faktör olmaktadır. Şurası muhakkak ki, Batılı bir ülkenin her şeyi gibi kanunları da Batılı olur düşüncesi hukuk sistemimize hâkim olmuş bulunmaktadır. Bunlardan sonra da yapılacak her türlü tedvin codificationin Batılı modellerden iktibas edileceği anlaşılmaktadır. 13. Batı teknolojisinin büyük bir süratle girdiği ve yayıldığı, Batı âdetlerinin, kanunlarının hâkim olduğu Türkiye de, Batı kültürünün değerleri ne dereceye kadar yerleşmiştir? Başka bir ifade ile, manevî kültür bakımından nasıl bir değişme içinde bulunuyoruz? Bu sorunun cevabı konusunda çeşitli görüşlerin ortaya çıkmasını tabiî karşılamalıyız. Manevî kültür kolayca müşahede ve teşhis edilemeyen değerleri, inançları, düşünce tarzlarını ihtiva eder. Bunlar bazan o kadar derinde yer etmişlerdir ki, bizzat o kültürün sahibi olan kimseler bile farkında olmaz. Herhangi bir kültürün tipik bir mensubuna şu işi niçin bu şekilde yapıyorsunuz? veya şu olay karşısında niçin bu şekilde davranıyorsunuz? diye sorarsanız, bunun cevabını o da kolay kolay veremez. İşte sosyal ilim nosyonu bulunmayan pekçok yarı-aydının yerli kültüre karşı çıkmasının başlıca sebeplerinden biri budur Sebebi anlatılmadığına göre, körü körüne saplanılan birtakım inanç ve âdetlerle karşı karşıyayız demektir. Kısacası, manevî kültürdeki değişmelerin takip edilmesi son derecede zordur. Bu değişmeler basit anket cevaplarına bakarak tespit edilemez, çünkü değerlerle ilgili cevaplar çok defa cevap verenin şahsiyetine âdeta toplu iğne ile iliştirilmiş yaftalar gibi, çok dıştan ve çok sathî olmaktadır; bunlar genellikle ezbere söylenen sözlerdir. Bu yüzden değer değişmelerinin doğrudan doğruya verilen beyanlardan çok, çeşitli vesilelerle bu değerlerin ortaya çıkması beklenen durumlara bakılarak takip edilebilir. Meselâ bizim ülkemizde Batı demokrasilerine ait sistemleri en önde müdafaa eder görünen birçok kimsenin hayatlarının sonuna kadar eski alışkanlıklarının dışına bir adım çıkamayışlarını biliyoruz. Bu noktada karşılaştığımız ikinci bir güçlük de, Batı kültüründen bize gelen değerlerin neler olduğunu tesbit etmekte çıkıyor. Hararetli Batı taraftarları iyi ve güzel bildikleri her şeyin Batı kaynaklı olduğunu söylemekte tereddüt etmiyorlar. Tabiatiyle bunların karşısında bütün felâketlerin Batı dan geldiğini söyleyenler de yok değildir. Biz şimdi burada birtakım değerlerin Batı köklü mü yoksa Türk-İslâm kültüründe zaten mevcut olan şeyler midir şeklindeki tartışmalara girmek istemiyoruz, çünkü bunların şu anda kökleri nerede olursa olsun, bizim dışımızda bulunduğunu herkes kabul ediyor. Demokrasi, bu değerlerden biridir. İlim, sanat, sağlık, fazilet, ilh. birer değerdir. Eğer bunlar Batı nın değerleri ise, Batılılaşma hareketlerimiz bu değerlerin kazanılması konusunda hiç başarılı olamamıştır. Aynı şeyler bizim eski medeniyetimizin birer değeri ise, yine biz onlardan uzak kalmış bulunuyoruz. Müesseseleri kopye etmek yoluyla kültür değişmesinin hem çok ağır, hem de çok pahalı bir yol olduğunu gösteren iyi örnek siyasî rejim değişmeleridir. İkinci Dünya Savaşı ndan sonra Batılı demokrasilerin modellerine intibak etmeye çalışan ülkelerin hiçbirinde bu modeller başarılı olamamış, daha doğrusu kültürün bütününü kendi yönünde değiştirerek onlarla birlikte kararlı bir denge içine girememiştir. Bugün bunlardan sadece Hindistan, Türkiye ve Yunanistan demokrasiyi devam ettirecek gibi görünmektedirler, fakat her üçünde de anarşi ve despotizmin kısa fasılalarla birbirini takip ettiğine şahit oluyoruz. Sosyalist rejimlerin birer değer sistemi olarak kültüre ne ölçüde mal olduğu meselesi büsbütün karışıklıktır; buralarda sosyalizmin daha ziyade azınlık iktidarlarına meşruiyet sağlamak üzere kullanıldığı anlaşılmaktadır. 14. Belki de Batı kültürünün özlenen taraflarıyla iktibas edilmesindeki büyük güçlükler yüzündendir ki Batılılaşma ile modernleşme için tutulacak yol konusunda ise değişik görüşler geliştirilmiş bulunuyor. Sadece Türkiye de değil, Batılılaşmakta olan bütün memleketlerde Batı ya karşı mukavemet başlamış, her yerde milliyetçilik hareketleri modernleşmeyi Batılılaşmadan ayırma fikri ile büyük kuvvet kazanmıştır. Milliyetçilik başlangıçta bir siyasî istiklâl hareketi olarak çıkmakla birlikte, bağımsızlığın kazanılmasıyla birlikte bir millî kültür hareketi hâline gelmiş bulunuyor. Milliyetçilikle millî kültür kavramları çok yakın şeyler olduğu için, milliyetçilerin kültür anlayışlarını ana hatlarıyla belirtmekte fayda görüyorum. a. Milliyetçiler millî tarih içinde yeri olmayan kültür unsurlarının ve değerlerinin millî kültür içinde sayılmasına taraftar görünmüyorlar. Bu görüşe istisna olarak sadece teknolojiyi kabul ediyorlar. Tarihî değerler hem zamanın çetin imtihanından geçmiş, hem de millî kültürün diğer unsurlarıyla ahenkli bir bütün teşkil edecek şekilde asimile olmuştur. Bu yüzden, birçok Batılı kültür unsurları Türkiye ye girmiş olsa bile bunların yerleşmiş veya yerleşmeye namzet olduğunu söylemek pek zordur. b. Milliyetçiler teknolojik değişmenin mutlaka kendisiyle birlikte değer değişmeleri de getireceği, böylece teknolojisini aldığımız ülkelerin kültürlerini de alacağımız fikrini kabul etmiyorlar. Onlara göre teknolojik değişme ile kültür değişmesi arasında önemli ilişkiler bulunmakla birlikte, bu ikisi aynı şey değildir. Netekim teknolojik bakımdan geri bir ülkede çok rafine bir kültürün geliştirilmiş olması, teknolojisi çok ileri bir ülkede ise kaba bir kültürün hâkim olabilmesi, iki tip gelişmenin paralel olmadığını göstermektedir. Ayrıca, birçoklarının zannettiği gibi önce zihniyetin arkasından teknolojinin değiştiği de doğru değildir. Bazı ülkeler yabancı bir kültürün manevî değerlerini iktibas ettikleri hâlde teknolojisine tamamen yabancı kalmışlar, teknoloji iktibas edenler ise manevî kültüre yabancı kalmışlardır. c. Milliyetçiler Batı medeniyeti dışındaki toplumları kabaca bir terimle Batı-dışı veya Batılı-olmayan diye ayırıp hepsini Batı karşısında aynı kategoriye sokan düşüncenin karşısındadırlar. Batı kültürüne yabancı olmak bakımından bu toplumlar arasında önemli bir benzerlik bulunabilir, ama meselâ Tanzanya ile Türkiye yi bir tutarak her ikisinin modernleşme problemini aynı çerçevede ele almak çok yanlış olur. Gelişmiş bir toplum yapısı, kuvvetli bir kültürel geleneği, yüzlerce yıllık müesseseleri bulunan bir memleket bütün bunlardan mahrum olan ve sadece siyasî istiklâli bulunan sömürge ülkeleriyle bir tutulamaz. İşte milliyetçiler bu düşünceden hareket ediyor ve toptan Batılılaşma hareketinin hem fikir olarak, hem neticesinin çıkmaz olduğunu ileri sürüyorlar. 15. Milliyetçiliğin en belirgin tarafı, millete onu başkalarından ayırt eden bir hüviyet verme gayreti olmuştur. Bu yüzden milliyetçilerin Türkiye de bir millî kültür yaratma ve geliştirme gayretleri Batı ya benzemekten ziyade, yerli olan unsurlar üzerinde durmak şeklinde olmuştur. Fakat yerli unsurların aynı zamanda tarihî unsurlar olması ve Türkiye nin yakın zamanda bu tarih çizgisi üzerinde devam etmekte kendisi için tehlike görmesi onu millî kültür anlayışında ikileşmeye götürmüştür. Cumhuriyet kendini İmparatorluğun, yani tarihin bir antitezi olarak gördüğü için geleneksel kültüre bazan yabancı, bazan düşman bir tavır takındı. Cumhuriyetçiler aynı zamanda hareketli birer milliyetçi olarak Türkiye de millî bir kültür kurma ve bunu çağdaş Batı ülkelerinin kültürleri seviyesinden daha yükseğe çıkarma azminde idiler. Geleneksiz bir kültür olamazdı, ama geleneği devam ettirmek kendi varlıklarını inkâr etmek gibi görünüyordu. Bu yüzden Batı kültürü ile Türk kültürünün kök itibariyle aynı olduğunu, böylelikle Batı kültürünü almakla kendi özümüze dönmüş olduğumuz söylemeye kadar varan yorumlara başvurdular. Türk milliyetçiliği Cumhuriyetin yerleşmesinden ve yakın tarihin artık siyasî bir gaile teşkil edemeyecek kadar uzakta kalmasından sonra yeni bir istikamet tutturdu. Tarihimizde Batı tipi demokrasinin girişiyle aynı zamana rastlayan bu yeni milliyetçilik akımı artık tarihî ve tarihî kültürü korkulacak değil, faydalanılacak bir kaynak olarak görmüştür. Bu yeni milliyetçilik akımına katılmayıp da eski anlayışı sürdüren, yani Türk kültürünün Batı kültürü olması gerektiğini söyleyen inkılâpçı milliyetçiler ise günümüzde sosyalist akıma iltihak etmiş bulunuyorlar. 16. İki milliyetçilik anlayışının Türk kültürü üzerindeki çalışmaları da birbirinden çok ayrı yollar tutturmuştur. Örnek olarak söylersek, fikir ve sanat hayatımızı düzenlemek üzere Eski Yunan ve Lâtin eserlerini Türkçe ye çevirerek yayınlama faaliyeti birinci tip anlayışın, Türk klâsiklerini yayınlamak ise ikinci tip anlayışın eseri olmuştur. Batı nın ilim eserlerini Türkçe ye aktarmanın zarureti her iki grup tarafından da kabul edilmiş, ama kültür eserleri konusunda anlayışlar çok farklar göstermiştir. Bu ayrılık gitgide şiddetlenerek devam etmektedir. Kültürün en büyük meselesi kendini devam ettirmek, yani kendini taşıyan ve geliştiren insanlara sahip olmaktır. Bu bakımdan farklı kültür anlayışlarına sahip bulunan gruplar asıl kavgayı yeni nesillerin hangi kültürle yetiştirileceği konusunda verirler. Bizde yabancı kültür ve millî kültür mücadelesi bütün şiddetiyle bu sahada sürmektedir. İnkılâpçılar ve sonra onların bir devamı olan bugünün devrimcileri, yeni nesilleri tarihi 1923 le başlayan bir milletin Batı yı model edinmek zorunda bulunan çocukları olarak gördüler ve öylece yetiştirmeye çalıştılar. Kapitalist Batı dünyasına karşı bütün nefretlerine rağmen, Marksistler de Batıcı dırlar; zaten onların çıkışı Batı kültürü içinde bu kültüre yine Batı nın bir reaksiyonu olmuştur. Böylece Batı dan ayrı, Türk e mahsus bir kültür kurma iddiası sadece milliyetçilere kalmıştır. İnkılâpçılar Batı kültürünü yerleştirebilmek için geleneksel kültürün ortadan kalkmasını şart görmüşler, bütün eğitim programlarını bu anlayışa göre ayarlamışlardır. Burada kullanılan başlıca yollardan biri de, dilde süratli değişmeler yaparak geleneksel kültürün asıl kuvvetli tarafını teşkil eden sözlü ve yazılı kaynakları millet hayatının dışında bırakmak olmuştur. Milliyetçilerin millî kültüre dayalı bir eğitim sistemi kurabilmek üzere yaptıkları en önemli teşebbüs ders kitaplarını Türk kültürü esasına göre yeniden düzenlemeleridir. Bu düzenleme ile Cumhuriyetin başlangıcından Atatürk ün ölüm tarihi olan 1938 e kadar eğitime hâkim olan milliyetçi görüşe dönülmüş, ayrıca o devrin eksik ve yanlış bazı noktaları da düzeltilmiş oluyordu. Siyasî iktidarın el değiştirmesi ile bu uygulama tekrar kozmopolit, Batıcı, bir dereceye kadar da Marksist bir eğitim anlayışı yönünde tamamen değiştirileceğe benzemektedir. Netekim şimdiden Türk tarihinin Cumhuriyetten önceki kısmı hükümet tarafından öğretim-dışı bırakılmış, Atatürk ten önceki Türk tarihi ve Türk büyükleri millet içinde bozgunculuğa sebep olan birer unsur olarak ilân edilmiştir. 17. Türk millî kültürü yakın zamanlara kadar herhangi bir resmî desteğe sahip bulunmadığı, bütün değişmeler kendi aleyhine cereyan ettiği hâlde, olağanüstü bir canlılıkla ayakta kalmayı başarmıştır. Bu arada zayıflayan, gerileyen, belki kaybolmaya yüz tutan unsurlara da rastlanabilir. Böyle bir tabiat laboratuvarı, millî kültür davasını ilmî temellere oturtmak isteyenler için bulunmaz bir fırsattır. Böylece kültürün zayıf ve kuvvetli, sert ve yumuşak noktalarının tesbit edilmesi ve gerekli görülen değişmelerin nasıl mümkün olabileceğinin görülmesi oldukça kolaylaşır. Meselâ Türk müziği en şiddetli bastırma tedbirlerine rağmen ayakta kalmış, üstelik kendini geliştirmiş ve yenilemiş bulunuyor. Birçok elsanatları bugün tekrar aranır hâle gelmiş, vaktiyle onları ihmal edenlerin çok büyük hatalar işledikleri kanaati yerleşmiştir. Dinî inançlar ve bunlarla ilgili uygulamaların uzun baskı devirlerinde ortaya çıkmamakla birlikte demokratik hak ve hürriyetlerin yeniden belirmesiyle tekrar bütün canlılığıyla yaşadığı görülmüştür. 18. Bu canlılık millî kültür taraftarlarının başlıca dayanaklarından biridir. Milliyetçiler yaşama kabiliyeti olduğunu en çetin imtihanlarla isbat etmiş bir kültürü geliştirme iddiasındadırlar. Ancak burada medeniyet, yahut daha basit bir ifadeyle teknoloji, ile kültür arasındaki münâsebetler, onları Batı karşısında belli bazı tavırlar almaya zorlamaktadır. Teknoloji kültürün temel vasıtasıdır, bu bakımdan ileri bir kültür ileri bir teknolojiden uzak kalamaz. Şu hâlde, a. Millî kültürün geliştirilmesinde Batı ile olan münâsebetlerin kısılmasına değil, genişletilmesine ihtiyaç vardır. Yerli kültürün bütün zenginliklerine rağmen eski formları ve eski muhtevası içinde olduğu gibi kalması, onun çağdaş gelişmelere ayak uyduramayışından ileri gelmiştir. Dünyanın en zengin halk danslarına sahip olmamıza rağmen bunları milletlerarası değer halinde ortaya koyacak koreograflarımız yoktur. Türk müziği yakın zamanda Sadettin Arel gibi Batı bilgileriyle mücehhez birine kavuşmasaydı yine ayakta kalır, ama bugünkü gelişmesini gösteremezdi. b. Kültürün millî olma derecesi onun yaygınlık derecesine de bağlıdır. Hâlbuki modern teknolojinin imkânlarından faydalanmadıkça hiçbir kültürü bir memleketin her tarafına yaymak mümkün değildir. c. Millî kültürü kurmak ve geliştirmek bakımından birçok Batılı ülkenin bizden çok ilerde, yani başarılı olduğu muhakkaktır. Bu ülkelerin tecrübeleri Türkiye de millî kültür çalışmaları için daima kıymetli birer rehber olacak niteliktedir. d. Batı kültürünün memleketimizde aynen yerleştirilmesine çalışmak hem yersiz hem de neticesiz bir gayret olur. Fakat bizim yabancı kültürlerden de, özellikle Batılı kültürlerden, doğrudan doğruya taklid etmemiz gereken unsurların daima bulunabileceği hatırdan çıkarılmamalıdır. Bugünkü toplumumuzda yerleştirmeyi istediğimiz pek çok şey var ki, bunların örneklerini Batı da görüyoruz. Aynı değerlerin bizim geçmişimizde zaten mevcut olduğunu söyleyenler çıkabilir, bunların iddiaları doğru da olabilir. Fakat unutulmayalım ki her kültür çevresindeki maddî medeniyete uymak zorundadır ve çağdaş bir kültürün çağdaş medeniyetteki örneklerden faydalanması hem daha kolay, hem daha verimli bir yol olur. e. Kültürlerin alışverişle zenginleştiklerini, izole kalan kültürlerin kısırlaştıklarını unutmamalıyız. Bu bakımdan Batı kültürü ile temaslarımızın bize büyük faydalar sağlayacağını söyleyebiliriz. 19. Milliyetçilerin en çok dikkat etmesi gereken bir hassas denge noktası durağan bir muhafazakârlıkla milliyetçiliğin birbirine karıştığı yerdir. Milliyetçiliğin tarihî değerlere büyük önem vermesi, özellikle modern çağın değerleri bu eski değerlere göre insanı tatminden çok uzak kaldığı zamanlarda, onları kolayca aldatabilir. Milliyetçilik kendi içine kıvrılmış kapalı bir sistem değildir, kendini devamlı yenilemek zorundadır. Geçmişte kullanılan bir sanat formunun, büyük kıymet verilen bir fikir veya edebiyat eserinin, bir kıyafetin, vs. insanları her zaman mekânda aynı derecede tatmin etmesi beklenemez. Eskiye devamlı bir şeyler katarak onu her an yenilemediğiniz takdirde, tıpkı bir müzede yaşayan insanlara benzeriz. Müzeler güzeldir, ama hayatın dışında şeylerdir. 20. Kültürler daima muhafazakâr temayüllüdür, öyle olmaları da çok tabiîdir. Süreklilik ve az değişme kültürün âdeta bir hedefidir. Bu yüzden yeni gelen unsurlar birdenbire kabul edilmez, uzunca bir müddet ferdî alışkanlıklar ve daha sonra grup âdeti olarak kalır, daha sonra kültür sahasında ikiliklerin görülmesi pek tabiîdir. Türkiye de Batı ile temasların çok arttığı son yüzyıl içinde bu türlü ikileşmeler çok görülmüştür ve hâlen de mevcuttur. Bunların millî kültür davası açısından iki önemli neticesi görülmektedir. Birincisi, kültürde ve dolayısıyla toplumda ahengin, bütünlüğün bozulmasına yol açmaktadır. İkincisi, millî kültürün kısır bir çelişme içinde durağan kalmasına sebep olmaktadır. Geçmişte Türk-Batı ikileşmeleri devlet gücüyle Batı kültürü lehinde hâlledilmeye çalışıldı. Bu türlü mecburî değişmelerin yarattığı sıkıntıları hepimiz biliyoruz. Fakat serbest kültür değişmesi sahasında doğru hükmü verecek olanlar iktidarın sahipleri değil, kültür adamları olmalıdır. Şu anda Türk aydınları arasında bir Türk müziği-Batı müziği, Türk güzel sanatları-Batı güzel sanatları, vs. tartışması sürüp gitmektedir. Yakın zamana kadar şiirde de aynı tartışma vardı. Realiteye bakacak olursak, Türkiye de her iki müzik de yaşamaktadır ve bunların birini tercih edip öbürünü atmak için hiçbir estetik, ilmî veya siyasî sebep ve zaruret yoktur. Şu anda birtakım Türk bestecilerinin Batı formları içinde müzik yapmaları, birtakım saz ustalarının bunları icra etmesi, bu insanları ve yaptıkları işi Türk kültürünün dışında tutmamızı gerektirmez. Türkler aruz kalıplarını başka kültürden aldıkları hâlde aruzla yazan Türk şairleri elbette millî kültürümüze dahildirler; netekim roman yazan Türkler i de kendi kültürümüzün insanları olarak sayıyoruz. 21. Meseleye çok geniş bir perspektiften bakacak olursak, millî kültür davasını Batılılaşma nın bir gereği sayabiliriz. Çünkü bizim örnek aldığımız Batı ülkeleri millî kültür esasına göre kurulmuşlardır; kültür sahasındaki faaliyetlerinin büyük bir kısmı da yeni nesilleri bu kültürün temel kıymetleriyle yetiştirmektir. O kadar ki, bu ülkelerde bütün ilk ve orta tahsilin ana gayesi topluma yeni giren büyük kitlelere ortak değerler vererek bir şekil kazandırmak, kısacası iyi insan ve iyi vatandaş yetiştirmektir. Bu değerlerin tesbiti, işlenmesi ve aşılanması ise yüksek seviyede eğitim ve ihtisas görmüş seçkin gruplara düşen bir vazifedir. İşte Batı daki kültür hayatının bu karakteristiğine dikkat edilecek olsaydı, Batıcılık ve Türkçülük arasındaki tartışmaların çoğunlukla yanlış temele dayanan yersiz çatışmalardan ibaret olduğu Kültürün Önemi​ Büyük Önder Atatürk’e göre “Millet, aynı kültürden insanların oluşturduğu toplumdur”. Demek ki, “milli kültür”, bir devleti ayakta tutan unsurların en önemlisidir. Çünkü, milli kültür oluştuğunda ortaya millet çıkar. Millet ise mutlaka bir devlet oluşturur. Dünya tarihine baktığımızda, milli kültüre sahip olmanın önemi daha iyi anlaşılır. Tarihe gözatıldığında, milli kültüre sahip halkların her türlü zorluğa karşı varlıklarını korudukları görülecektir. İkinci Dünya Savaşı’ndan enkaz halinde çıkmalarına rağmen kısa sürede önemli birer güç haline gelen Almanya ve Japonya bunun en güzel örneğidir. Aynı şekilde, İstiklal Savaşı’nda Türklere yeni zaferler kazandıran, Türk Milletinin Atatürk milliyetçiliği ile tamamlanan milli kültürünün sağlamlığıdır. Milli kültür, milli ve manevi değerlerin öğretildiği eğitim kurumlarında oluşmaya başlar. Eğitim kurumlarında, milli ve manevi değerleri öğrenen gençler ise bu değerlere sahip çıktıkları ölçüde devleti, milli birliği ve beraberliği güçlendirirler. Atatürk’ün sözleri, ortak bir kültür oluşturan eğitimin milli birlik ve beraberlik açısından önemini açıkça ortaya koyar “Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğrenimin sınırları ne olursa olsun, ilk önce ve herşeyden önce Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. Dünyada uluslararası duruma göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevi unsurlara sahip olmayan kişiler ve bu nitelikte kişilerden oluşan toplumlara hayat ve bağımsızlık yoktur. Çocuklarımızı aynı eğitim derecesinden geçirerek yetiştireceğiz. Kesinlikle bilmeliyiz ki iki parça halinde yaşayan milletler zayıftır, hastadır. Çocuklarımıza vereceğimiz öğrenim sınırı ne olursa olsun onlara esas olarak şunları öğreteceğiz Milletine, Türkiye Devleti’ne, TBMM’ne düşman olanlarlarla mücadele; bu mücadelenin sebep ve vasıtaları ile donatılmayan millet için yaşama hakkı yoktur.” Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, 1952, Türk İnkılap Tarihi Enstitü Yayınları Atatürk, bu sözlerle, alınan eğitimin, mahiyeti her ne olursa olsun, milli değerleri yücelten ve her zaman korunması gerekli unsurlar olarak ön planda tutan bir üsluba sahip olması gerektiğini vurgular. Çünkü, bir devletin sağlam temellere oturması için öncellikle milli birlik ve beraberliğini koruması gerekir. Bir devlet ne kadar gelişmiş olursa olsun, ne kadar güçlü olursa olsun eğer ortak bir kültüre sahip değilse parça parça demektir. Böyle bir devlet ise tüm gücünü kaybeder. Milleti oluşturan unsurların en temel noktasında bireyler karşımıza çıkmaktadır. Bireylere milli beraberliğin ne olduğunu öğretmek ve milli şuuru kazandırmak ise ancak eğitimle gerçekleşebilir. Bireylere milleti için çalışmanın önemi öğretilmediği takdirde milli eğitim amacına ulaşmamış olur. Birey devletine ve dolayısıyla milletine faydasız bir insan haline gelir. Atatürk’ün vurguladığı gibi eğitimin mahiyeti ve düzeni her ne olursa olsun, gençler milli şuurun aşılayıcısı olan milli kültürümüzü öğrenecek şekilde eğitilmelidir. Ayrıca, milli kültürün temellerini Büyük Önder Atatürk’ün “İlke ve İnkılapları”nın oluşturduğu gençlere anlatılmalıdır. Eğitim insanlara milli şuurdan başka daha birçok şey kazandırır. İnsanın hayata bakışını, prensiplerini, sanat anlayışını, ideallerini, yaşam şeklini belirler. İnsanların aileleri, dini, Ülkesi, cinsiyeti, yaşam seviyesinin standartları her ne olursa olsun verilen iyi bir eğitimle aradaki tüm farklar bir anda kalkabilir. Böylece insanlar aynı ortak amaçta birleşmiş olurlar. Milli şuur da buna eklendiğinde bireyler tamamen kaliteli, yüksek ahlaklı, devletine bağlı ve faydalı bir hale gelirler. Bir birey için devletine bağlı ve faydalı olmak, kendisinin ve gelecek nesillerin en iyi yaşam standartlarına ulaşmasına katkıda bulunmak demektir. Sonuç olarak, eğitimin amacı, Atatürk ilke ve inkılaplarını kendilerine ilke edinmiş, devletini ve milletini tüm değerlerin üzerinde tutan gençler yetiştirmek olmalıdırMilli Kültürümüzün Korunması ve Geliştirilmesi​ Öncelikle Türk Milli Kültürü denilince neleri anlıyoruz,kısaca bundan söz Milli Kültürü Türklerin tarihi süreç içerindeki toplumsal yapılarını,dini edebi,kültür,dil,sanatlarını, düşünce ve ahlak özelliklerini içerisine alan geniş bir Milli Kültürümüz bizim eskiden kalan adetlerimizdir ve geleneklerimizdir ve onu daima Kültürümüzü oluşturan geleneklerden örf ve adetlerimizden bazıları şunlardıryemeklerimiz,giysilerimiz,oyunlarımız,türkülerimiz ve en önemlisi ise Türk göre,dilini kaybetmiş bir millet milli benliğini,değerini,üzünü, daha doğrusu herşeyini düşünmenin insanların fikir yürütme gibi şansları ile düşünce arasındaki sıkılık milli hissin oluşmasında bir his, ancak o milletin dili ile oluşturabilir. Her millet, ancak kendine özgü bir dil ile milli hislerini kuvvetlendirip gerçeği gören büyük önder AAtatürk Türk dilince son derece önem vermiş, bir çok yabancı kelimenin Türkçe Karşılığını aramış Türkçe diline hak ettiği değeri Kültürürümüzün oluşmasındaki en önemli unsurlardan biride iyi araştırıp Kültürümüzün geliştirilmesi canlı tutulması,topluma ve bizden sonra gelecek nesillere aktarılması için iyi bir eğitim programına ihtiyaç için okullarda Milli Kültürümüzün korunması ve geliştirilmesi için iyi bir eğitim verilmelidir. Sonuç olarak Milli Kimliğimizi ve Milli Kültürümüzü oluşturan tarihimizi dilimizi,ebediyatımızı,el sanatlarımızı geleneklerimiziörf ve adetlerimizi iyi öğrenip bunları hayatımızda uyguluyarak bizden sonraki nesillere sağlıklı bir biçimde Milli Kültürümüzü korumuş Kültürün unsurları ​ - Dil - Din - Eğitim - Ekonomi - Teknoloji - Sosyal Kurumlar - Örf ve Adetler - Değerler ve tutumlar - Estetik sanatlar Grafik ve plastik sanatlar, folklor, müzik, dans, tiyatro - Semboller, Tabular ve Törenler Tam unsurlar burada açıklanmayacaktır. Ancak, bir fikir vermesi bakımından dil ve eğitim unsurları kısaca ele alınacaktır. Dil kültürün aktarılmasında köprü görevi görür ve toplum üyeleri arasında sosyal etkileşimi ve iletişimi sağlar.

milli kültür değerlerimizin korunması için neler yapılabilir