i2iu. Yâsin Suresi 77. ayeti ne anlatıyor? Yâsin Suresi 77. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...Yâsin Suresi 77. Ayetinin Arapçasıاَوَلَمْ يَرَ الْاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ Yâsin Suresi 77. Ayetinin Meali Anlamıİnsan hiç dikkat edip düşünmez mi ki, biz onu bir damla sudan nasıl yaratıyoruz? Böyleyken, o bize karşı yaman bir düşman kesiliveriyor!Yâsin Suresi 77. Ayetinin TefsiriBu âyetlerin inişiyle ilgili şöyle bir olay nakledilir Öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr eden Übey b. Halef, çürümüş bir kemik alıp elinde ufaladıktan sonra Resûlullah dönerek “- Allah’ın, bu çürümüş kemikleri tekrar dirilteceğine mi inanıyorsun?” demişti. Resûl-i Ekrem “Evet, seni öldükten sonra tekrar diriltecek ve cehenneme sokacak” diye cevap verdi. Bu olay üzerine bu âyetler nâzil oldu. Taberî, Câmiu’l-beyân, XXIII, 38 Bir defasında Resûl-i Ekrem avucunu diliyle hafifçe ıslatıp işaret parmağıyla elindeki tükürük zerresini gösterdi ve şunları söyledi “Azîz ve Celîl olan Allah Teâlâ buyuruyor ki - Ey Âdem oğlu! Ben seni şöyle bir şeyden yaratmışken, benim âciz olduğumu nasıl söylersin?»” Sonra Efendimiz eliyle boğazını göstererek Cenâb-ı Hakk’ın buyruğunu anlatmaya devam etti “- Canın şuraya gelince, sadaka veriyorum dersin; o sırada sadaka vermenin ne faydası var?»” İbn Mâce, Vesâyâ 4; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 210 Evet, bütün bu cehâlet, gaflet ve inkârına rağmen insanı değersiz, atılmış bir su olan meniden, sonra ondan süzülmüş bir öz olan nutfeden en güzel kıvamda bir varlık olarak yaratan; yaratılanları bütün özellikleriyle bildiği gibi yaratmanın da her çeşidini bilen Allah Teâlâ, ölüleri elbette diriltmeye yetecek gücün sahibidir. Varlıkları ilk defa yoktan var eden için, onları yeniden yaratmak hiç de zor değildir. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur “Allah, bütün varlıkları ilkin yoktan yaratan, sonra dünyada bu yaratmayı tekrar tekrar yineleyen ve âhirette her şeyi yeniden yaratacak olandır. Bu yaratılışı tekrarlama ve en son yeniden yaratma O’nun için çok daha kolaydır. Göklerde ve yerde tecelli eden en yüce sıfatlar Allah’a aittir. O, kudreti dâima üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır.” Rûm 30/27 “İyi de, bizi yeniden hayata döndürecek kimmiş?” diyecekler. Sen de Sizi ilk defa yoktan yaratan diriltecek!» de.” İsrâ 17/51 Cenâb-ı Hakk’ın ölüleri diriltmesiyle alakalı Peygamberimiz önceki ümmetlerden naklederek anlattığı şu kıssa ne kadar ibretlidir “Bir adam yaşamaktan ümidini kesince ailesine şöyle vasiyet etti - Ben ölünce çokça odun toplayıp yakın, cesedimi onun içine atın. Yanmış kemiklerimi iyice ezip un hâline getirin. Şiddetli rüzgârın estiği bir gün onu denize savurun.» Ailesi de onun dediklerini yaptı. Allah Teâlâ, bu adamın zerrelerini bir araya getirdi ve ona - Niçin böyle yaptın?» diye sordu. Adam - Senin azabından korktuğum için öyle yaptım, yâ Rabbî!» deyince Cenâb-ı Hak onu bağışladı.” Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Tevbe 27-28 Ancak bu hadîs-i şeriften hareketle, bir kısım batıl inançlar gereği uygulanan cenazeleri yakma adetinin İslâm’ın cevaz verdiği bir durum olduğu zannedilmemelidir. Belki önceki ümmetlerde olsa bile Muhammed ümmetine böyle bir cevaz sözkonusu değildir. Ayrıca Efendimiz bu kıssayı, Allah’ın azabının şiddetini belirtme bakımından bir darb-ı mesel olarak anlatmış olabilme ihtimali de vardır. Cenâb-ı Hakk’ın ölüleri dirilteceğine dair ikinci delil, yeşil ağaçtan tutuşturduğumuz ateşin çıkmasıdırYâsin Suresi tefsiri için tıklayınız...Kaynak Ömer Çelik TefsiriYâsin Suresi 77. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız... İslam ve İhsan
Âl-i İmrân Sûresi 77. Ayet Tefsiri Hakkında Konusu Nuzül Fazileti Âl-i İmrân Sûresi Hakkında Âl-i İmrân sûresi 200 âyettir. Medine’de nâzil olmuştur. İsmini, 33-34. âyetlerde bahsedilen ve “İmrân Ailesi” mânasına gelen “Âl-i İmrân” kelimesinden almıştır. Sûreye اَلْكَنْزُ Kenz, اَلأمَانُ Emân ve الطيبة Tayyibe gibi isimlerin yanı sıra, seherlerde istiğfar edenlerden bahsettiğinden سُورَةُ الْإسْتِغْفَارِ Sûretü’l-İstiğfâr ve hidâyet nûrunun parlaklığı sebebiyle de اَلزَّهْرٰي Zehrâ ismi verilmiştir. Mushaf tertibine göre 3, nüzûl sırasına göre 89. sûredir. Büyük ihtimalle Bedir savaşından sonra başlayarak hicretin 9. senesine kadar peyderpey inmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in Bakara sûresinden sonra ikinci uzun sûresidir. Âl-i İmrân Sûresi Konusu Sûrede bahsedilen temel konulardan bir kısmı şunlardır Kur’ân-ı Kerîm’in, aynen Tevrat ve İncil gibi tek ilâh, Hayy ve Kayyûm olan Allah tarafından insanlara hidâyet rehberi olarak indirilmesi; iman edenlerin, kalplerinde hastalık bulunanların ve Ehl-i kitabın Kur’an karşısındaki konumları ve buna göre gerçekleşecek âkıbetleri; kurtuluşa ve ilâhî muhabbete erebilmek için Allah Resûlü’ne itaat ve ittibânın vurgulanması, Hz. Meryem, Hz. Yahyâ ve Hz. İsa’nın mûcizevî doğumlarından ve özellikle Hz. İsa’nın Allah’ın kulu olması ve yine O’nun izniyle gerçekleşen mûcizelerinden bahsedilerek başta hıristiyanların ve buna bağlı olarak tüm Ehl-i kitabın, yanlış düşünce, inanç ve davranışlarını terkederek Hak katında yegâne makbûl din olan İslâm’ı kabule davet edilmesi, Müslümanların, Ehl-i kitabın kötü niyet ve sapık anlayışlarına karşı uyarılması; onların tarih boyu yapageldikleri Allah’ın âyetlerini inkâr, insanları hak yoldan saptırmak, peygamberleri haksız yere öldürmek, isyan ve azgınlık etmek gibi yanlışlıklardan uzak durarak söz ve davranış bütünlüğü içinde Allah’ın dinini en güzel şekilde tebliğ eden en hayırlı ümmet olmaya gayret göstermelerinin istenmesi, Uhud savaşından ve bu savaşta uğranılan mağlubiyetin sebeplerinden; zafere erişmek için sabır, Allah ve Rasûlü’ne itaat ve Allah’tan korkmak gibi mânevî faziletlerle donanmanın gerekliliğinden; münafıkların karanlık ve şüphe dolu iç dünyalarından ve buna mukâbil Allah yolunda şehâdet rütbesine erişmiş bahtiyarların müjde, nimet, selâmet ve saadet dolu istikballerinden bahsedilmesi, Ayakta iken, otururken ve yatarken dâimî olarak Allah’ı zikretmenin, O’nun azamet, kuvvet ve kudret nişâneleri üzerinde tefekkürün, azabından sakınıp rahmetini ummanın ve bunların gerçekleşmesine vesile olacak cihad, hicret, sabır ve takvâ gibi diğer amel-i sâlihlerin teşvik edilmesi. Âl-i İmrân Sûresi Nuzül Sebebi Mushaftaki sıralamada 3, iniş sırasına göre 89. sûredir. Enfâl sûresinden sonra, Ahzâb sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur. Müfessirlerin çoğunluğuna göre, sûrenin önemli bir bölümünün geliş sebebi, Necran hıristiyanları adına Medine’ye gelen heyetle Hz. Peygamber arasında geçen Allah inancı konusundaki tartışmalardır. Bu vesileyle nâzil olan âyetlerin sayısı ve sûrenin iniş zamanı hakkında farklı görüşler vardır. Necran heyetiyle ilgili rivayetten sonra bunlara yer verilecektir. Coğrafî kaynaklar Yemen’de, Kûfe civarında ve Havran’da Necran adını taşıyan birden fazla yerleşim biriminin bulunduğunu kaydeder. Burada söz konusu olan kişiler, Yemen Necranı’ndan heyet halinde gelen hıristiyanlardır. Hıristiyanlık aslî şekliyle Arap yarımadasının önce bu kasabasında yayılmış ve başlangıçta Yemen hükümdarlarının sert tepkileriyle karşılaşmıştır. Daha sonra burası Hıristiyanlığın önemli merkezlerinden biri olmuştur. Nitekim tarih kaynakları burada inşa edilen ve Kâbe-i Muazzama’ya karşılık olmak üzere “Kâbe-i Necrân” adıyla anılan görkemli kilisede çok sayıda piskoposun görev yaptığını belirtmektedirler. Aralarında bu kiliseye mensup din adamlarının da bulunduğu altmış kişilik bir Necran heyeti aşağıda açıklanacağı üzere hicretin 9. yılında veya daha önceki bir tarihte Medine’ye bir ziyarette bulunmuştu. Bu heyet içinde on dört kişi temsilci konumundaydı. Bunlardan üçü heyetin en yetkilileri idi Başkan Abdülmesîh el-Âkıb, başkan yardımcısı Eyhem es-Seyyid ve piskopos Ebû Hârise b. Alkame. Bir gün ikindi namazını müteakip süslü ve ihtişamlı elbiseler içinde mescide gelip Hz. Peygamber’in huzuruna çıkan bu heyet mensupları, kendi ibadet vakitleri geldiğinde doğuya doğru dönüp hıristiyan usulüne göre âyin yapmak istediler. Resûlullah onlara müsaade etti. Heyet birkaç gün Medine’de kaldı ve müslümanlar tarafından ağırlandı. Bu süre içinde heyetin ileri gelenleriyle Hz. Peygamber arasında Allah inancı ve Hz. Îsâ’nın durumuna dair önemli tartışmalar cereyan etti. Heyet mensupları arasında tam bir inanç birliği olmadığı gibi, sorulan sorulara verdikleri cevaplar da tutarlı değildi. Hz. Îsâ için bazan “Allah” bazan “Allah’ın oğlu” bazan da “üçün üçüncüsü” diyorlardı. Hz. Peygamber onların iddialarını çürüttükten sonra, kendilerini bağlayacak sorular yöneltti. Sonunda sükût etmek zorunda kaldılar. Bunun üzerine Resûlullah onları İslâm’a davet etti. Bu teklife karşı direnme yollarını denediler –“Ey Muhammed! Sen Îsâ’nın, Allah’ın kelimesi ve O’ndan bir ruh olduğunu söylemiyor musun?” dediler. Resûlullah– “Evet” deyince – “İşte bu bize yeter” dediler. Allah Teâlâ resulüne onları “mübâhele”ye açık biçimde lânetleşme davet etmesini vahyetti bu konuda ayrıntılı açıklamaya 61. âyetin tefsirinde yer verilecektir. Resûl-i Ekrem bu çağrıyı yapınca bir gün süre istediler. Bu konuda ne yönde bir karar alabileceklerini kendi aralarında müzakere ederlerken içlerinden biri şöyle dedi “Îsâ efendimizle ilgili çekişmeyi çözüme bağlayışından anlaşılmış oldu ki Muhammed gerçekten Allah’ın gönderdiği bir peygamberdir. Bilirsiniz ki bir toplum peygamberle lânetleşmeye kalkışırsa Allah, büyüğüyle küçüğüyle onları mahveder. Dinimizde kalmaya kararlıysanız, bu zatla lânetleşmeye girmeyiniz ve iyilikle ayrılınız.” Sonunda Hz. Peygamber’e gelip şöyle dediler “Ey Ebü’l-Kasım! Seninle lânetleşmeye girmemeye, seni dininle baş başa bırakıp kendi dinimiz üzere kalmaya karar verdik. Fakat biz senden hoşnuduz ve sana güveniyoruz. Ashabından uygun birini aramızdaki malî ihtilâfları çözmek üzere bize gönder.” Resûlullah bu talep üzerine Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ı bu iş için görevlendirdi. Rivayete göre Hz. Ömer, hiçbir zaman yöneticilikten hoşlanmadığı halde, Hz. Peygamber’in söz konusu görev için karar verdiği gün, hayatında ilk defa içinde bu arzuyu duyduğunu ve kendisinin tayin edileceğini umduğunu ifade etmiştir bk. İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, II, 222 vd.; İbn Atıyye, I, 396-397; Râzî, VII, 154-155; Elmalılı, II, 1011-1015; Necran’la ilgili bilgi için bk. A. Moberg, “Necrân”, İA, IX, 165-167. Necran heyetiyle yapılan tartışmalar vesilesiyle nâzil olan bölümün1-61, 1-82 ve 1-84. âyetler olduğu yönünde görüşler vardır bk. Şevkânî, I, 345; İbn Âşûr, III, 143-144; Elmalılı, II, 1011. Necran heyetinin Medine’ye hicretin 9. yılında gelmiş olduğu yönündeki yaygın bilgiye mukabil, İbn Hişâm’ın bu heyet hakkındaki bilgileri tarih vermeksizin aktarması, Âl-i İmrân sûresinin Medine’de inen ilk sûrelerden olduğu hususunda âlimler arasında görüş birliğinin bulunması ve sûrenin içerik ve üslûbu bazı müellifleri bu sûresinin ne zaman nâzil olduğu konusunda farklı değerlendirmeler yapmaya sevketmiştir. İbn Âşûr’un bu konudaki açıklamalarını şöyle özetlemek mümkündür III, 143-144, 146 Âl-i İmrân sûresinin Medine’de inen ilk sûrelerden olduğu ve bazı âyetlerinde Uhud Savaşı’ndan söz edildiği hususunda âlimler arasında görüş birliği vardır. Enfâl sûresinden önce veya sonra indiği konusu ise ihtilâflıdır. Fakat Âl-i İmrân sûresinin, Bedir Savaşı sırasında indiği ittifakla kabul edilen Enfâl sûresinden de önce nâzil olduğuna dair rivayetin kabulü halinde, bu sûrede Uhud Savaşı’ndan söz edildiğini ve Bedir’de müslümanların kazandığı zaferin hatırlatıldığını söylemek mümkün olmayacaktır. Daha önce açıklandığı üzere aynı süre içinde birden fazla sûrenin inmesi mümkündür ve tefsir kitaplarında yer alan “Bu sûre filân sûreden sonra inmiştir” şeklindeki ifadeler, “Bu iki sûreden ilki tamamlanıp sonra diğeri inmeye başladı” anlamında değil, “Birincinin nüzûlü diğerinin nüzûlünden önce başlamıştır” anlamındadır. Necran heyetiyle ilgili bölümün iniş zamanının da bu ölçüye göre değerlendirilmesi uygun olur. Şu var ki, bu bölümün hicretin 9. yılında inmiş olduğuna dair ifadelerin, bu yılın “senetü’l-vüfûd” elçiler yılı olarak tanınmasından kaynaklandığı ve Âl-i İmrân sûresinin Medine’de inen ilk sûrelerden olduğu dikkate alınınca, Necran heyetinin sözü edilen elçiler yılından önce muhtemelen hicretin 3. yılında gelmiş olduğu söylenebilir. Derveze, Necran heyetinin, müslümanların Bedir Savaşı’nda Kureyş müşriklerine karşı zafer kazandıkları haberini yerinde tahkik etmek için–Uhud Savaşı öncesinde– Medine’ye gelmiş olabileceği ihtimali üzerinde durur. Aynı müfessir, Ebû Süfyân’ın –Mekke’nin fethinden sonraki bir zamanda– Hz. Peygamber’in Necran hıristiyanları için yazılı bir belge düzenlediğine tanıklığı ile ilgili haberin doğru olması halinde ise hicretin 9. yılında başka bir Necran heyetinin daha gelmiş olmasını muhtemel görür VIII, 70-71. Abdülhamîd Mahmûd Tahmâz ise bunu zorlanmış bir yaklaşım olarak değerlendirir ve bir sûrenin âyetlerindeki sıralamanın daima nüzûl sebebi ve sırasına göre olmadığı noktasından hareketle burada Necran heyeti hakkında hicretin 9. yılında inen baş kısmın Uhud Savaşı hakkındaki orta kısımdan sonra inmiş olduğunu düşünmeye bir engelin bulunmadığını savunur et-Tevrât ve’l-İncîl ve’l-Kur’ân fî sûreti Âli İmrân, s. 9-10. Âl-i İmrân sûresinin baştan 120. âyetine kadar olan bölümün hicretin ilk yıllarında nâzil olduğunu gösteren bir içeriğe sahip bulunduğuna işaretle, sûrenin ilk seksen küsur âyetinin Bedir Savaşı’ndan bile önce nâzil olduğu, muhtemelen Hz. Peygamber’in daha önce inen Âl-i İmrân âyetlerini Necran heyetine okuduğu için bunu duyan bazı kişilerin bu âyetlerin o zaman hicretin 9. yılı indiğini zannettikleri de ileri sürülmüştür. Fakat bu görüşün sahibi olan Süleyman Ateş’in konuya ilişkin açıklamaları kendi içinde tutarlı görünmemektedir. Zira Ateş “hicrî 5. yıldan sonra Medine’de yahudi kalmadığı” noktasından hareketle “bu sûrede yahudilerin yerinin bulunmadığı” tarzında ve kendisinin başka ifadeleriyle bağdaşmayan kesin bir kanaat de ortaya koymaktadır krş. II, 6, 33, 60, 61, 65, 69, 70, 71, 84, 85; II, 48, 61, 62; II, 29-30; II, 63. Öte yandan bazı âyetlerin içeriği ile tarihî bilgiler arasında uyum arama çabasıyla, meselâ 64. âyetin bir Hudeybiye Antlaşması’ndan önce, bir de Mekke fethinden sonra olmak üzere iki defa inmiş olmasına ihtimal veren müfessirler de vardır bk. İbn Kesîr, II, 46. Kanaatimize göre Âl-i İmrân sûresinde “Ehl-i kitap” olumlu ve olumsuz yönleriyle geniş bir biçimde ele alınmış, inanç esasları bakımından hıristiyanlara ağırlık verilmekle beraber birçok yerde yahudilere de atıfta bulunulmuştur. Özellikle Hz. İbrâhim hakkındaki tartışmaya gönderme yapan âyetler 65-68 bunun açık bir kanıtıdır. Hatta 64. âyetin tefsirinde açıklanacağı üzere Ehl-i kitaba yapılan diyalog çağrısını, aslî şekliyle tevhid inancına dayalı din mensuplarına yapılmış genel bir davet biçiminde anlamak mümkündür. Şevkânî’nin de belirttiği üzere, bu sûrede geçen Ehl-i kitap ifadelerinin sadece hıristiyanlar hakkında olduğuna dair bazı ilk dönem bilginlerinden nakledilen rivayeti mutlak biçimde doğru saymak mümkün değildir I, 391; bu rivayeti, Bakara sûresiyle karşılaştırıldığında burada hıristiyanlara ağırlık verilmiştir şeklinde anlamak daha uygun olur. Âyetlerin sıralaması konusunda yukarıda işaret edilen bilgiler dikkate alındığında, daima nüzûl sırasına ilişkin rivayetlerden hareketle zaman tesbiti yapmanın isabetli olmayacağı açıktır. Âyetlerin anlaşılmasında tarihî bilgiler ve nüzûl bilgileri önemli bir yardımcı role sahip olmakla beraber, yorumu bu bilgiler içine hapsetmeksizin ve öncelikle Kur’an’ın içerdiği mesajlar üzerinde dikkatle durulduğu takdirde yorumun ufkunu genişletme ve sağlıklı sonuçlara ulaşma ihtimali artar. Tabii ki, bu yorumların da kesinlik taşıyan verilerle çatışmamasına özen gösterilmesi gerekir. Buna göre, sûrede geçen ifadelerin de kimlere uygun düştüğü noktasının esas alınması, kesinlik kazanmamış rivayet veya ihtimaller dolayısıyla yoruma kesin bir üslûp katılmaması uygun olur. Sonuç olarak sûrenin nüzûlü hakkında şu söylenebilir Bakara ve Enfâl sûrelerinin ardından hicretin 3. yılında Uhud Savaşı’ndan sonra nâzil olmaya başlayan sûrenin tamamlanması muhtemelen hicretin 9. yılına kadar sürmüştür Emin Işık, “Âl-i İmrân Sûresi”, DİA, II, 307. Âl-i İmrân Sûresi Fazileti Ele aldığı mevzulara, ihtiva ettiği ahkâm, kıssa, emir ve yasaklara bakıldığında Âl-i İmrân sûresinin de tıpkı Bakara sûresi gibi çok önemli, faziletli ve büyük bir sûre olduğu görülür. Onun fazileti hakkında Allah Resûlü şöyle buyurur “Kur’an’ı okuyunuz; çünkü o, kıyamet gününde kendisiyle hemhâl olanlara şefaatçi olarak gelecektir. Zehrâvân’ı yani Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini okuyun;[1] çünkü onlar, kıyamet gününde iki büyük bulut veya iki gölgelik ya da iki kuş sürüsü hâlinde gelerek kendilerini okuyanları savunacak ve koruyacaklardır.” Müslim, Mûsâfirîn 252 [1] Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerine, hidâyet nûrlarının parlaklığı ve okuyanlara verilecek ecrin büyüklüğü sebebiyle, “Zehrâvân” ismi verilmiştir. اِنَّ الَّذ۪ينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَل۪يلًا اُو۬لٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٧٧﴾ Karşılaştır 77 Allah’a verdikleri sözleri ve ettikleri yeminleri önemsiz bir dünya menfaatine satanlar var ya, işte onların âhirette hiçbir nasipleri yoktur. Allah kıyâmet günü onlarla konuşmayacak, onlara merhamet nazarıyla bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için can yakıcı bir azap vardır. TEFSİR Âyet-i kerîmenin iniş sebebiyle ilgili birkaç rivayet olmakla birlikte onlarda iki tanesi şöyledir1. Abdullah b. Ömer rivayete göre Allah Resûlü “Her kim bir müslüman kardeşinin malını gaspedip kendine geçirmek üzere yalan yere yemin ederse Allah’ın gazabına uğramış olarak O’na kavuşur” buyurdu. İbn Ömer bu hadis-i şerifi naklederken içeri Eş’as b. Kays girdi ve İbn Ömer’i kastederek “Ebu Abdurrahman size ne rivayet etti?” diye sordu. Oradakiler de “Şöyle şöyle rivayet etti” dediler. Eş’as “Ebu Abdurrahman doğru söylemiştir. Çünkü bu benim hakkımda nâzil oldu Yemen’deki bir arazi yüzünden bir adamla aramda anlaşmazlık vardı. Onu alıp Peygamber götürdüm ve aramızda hükmetmesini istedim. Allah Resûlü Bu arazinin sana ait olduğuna dair elinde delil var mı?» diye sordu. Ben Hayır, yok» dedim. O zaman diğer adamın yemini gerekir» buyurdular. Ben O kişi yemin eder ve malımı elimden alır» dedim. Bunun üzerine Efendimiz yukarıda geçtiği gibi buyurdular ve hemen akabinde de bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Müslim, İman 2202. Bu âyet, yahudi âlimleri hakkında inmiştir. Onlar, Allah Teâlâ’nın Hz. Muhammed peygamberliğiyle ilgili olarak kendilerinden almış olduğu sözü gizlemişler, Tevrat’ta olmayan şeyleri oraya yazmışlar ve menfaatlerini elden kaçırmamak için de onun Allah katından olduğuna yemin etmişlerdi. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, VIII, 92İniş sebebi hangi hâdise olursa olsun âyet-i kerîme, Allah adına verilen sözü tutmamanın ve yine Allah adına yaptığı yeminin arkasına sığınarak yani bir nevi Allah’ı kendine kalkan yaparak küçük veya büyük dünyevî menfaatler elde etmeye çalışmanın çok büyük bir günah olduğunu haber vermektedir. Bu öyle büyük bir günahtır ki, âhirette buna verilecek cezalar peş peşe beş madde olarak sıralanmıştır Bu günahı işleyenler cennetin sonsuz nimetlerinden tamamen mahrum kalacaklar ve onlara orada en küçük bir pay bile verilmeyecektir. Allah onlarla konuşmayacak; onlara son derece gazap edecektir. Onlara rahmet, lutuf ve ihsan nazarıyla bakmayacak; onlara hiçbir değer vermeyecektir. Onları, günahlarını bağışlamak sûretiyle kirlerinden arındırıp temize çıkarmayacak, aksine onlara azap edecektir. Kendi temiz dostlarını övdüğü gibi onları asla övmeyecektir. Bütün bunlara ilâveten onlar için cehennemde pek acıklı, can yakıcı bir azap maddeten hem mânen takdir edilen bu cezalar, kalbinde âhirete zerre kadar imanı olan herkesi bu ve benzeri günahlardan sakınmaya ve Allah’ın sevdiği bir kul olmak için ciddiyetle çalışmaya sevkedecek büyük bir tesire sahiptir. Ehl-i kitap içinde, kutsal kitapla alakalı olarak ağızlarını eğen, bile bile yalan söyleyen ve insanları haktan ayırıp bâtıla saptırarak kula kul etmek isteyenlerin varlığı da şöyle haber verilmektedir Kaynak Ömer Çelik Tefsiri
Yâsin Sûresi 77-79. Ayet Tefsiri Hakkında Konusu Nuzül Fazileti Yâsin Sûresi Hakkında Yâsîn sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 83 âyettir. İsmini birinci âyette geçen يٰسٓ Yâsîn kelimesinden alır. Resmî sıralamada 36, iniş sırasına göre 41. sûredir. Yâsin Sûresi Konusu Sûrede üç ana mevzu üzerinde durulur. Öncelikle Resûlullah hitap edilerek, kesinlikle peygamber olduğu ve ona indirilen Kur’ân-ı Kerîm’in de Allah’tan geldiği beyân edilir. Efendimiz İslâm’ı tebliğ ederken müşriklerden gördüğü eziyetlere sabredip katlanmaya teşvik ve teselli etmek için önceki peygamberler ve onlara inananların mücâdelelerinden dikkat çekici misaller arz edilir. Bunun en güzel misallerinden biri, dini uğruna canını fedâ edip şehâdet şerbetini içen Habîb-i Neccâr’ın kıssasıdır. Bu misallerde aynı zaman da inkârcılara da ciddi bir ikaz ve tehdit vardır. İkinci olarak sûrede Allah’ın varlığını, birliğini, nihâyetsiz ilim ve kudretini gösteren kevnî delillere ve Allah’ın insanlığa olan müstesnâ lutuflarına yer verilerek beşeriyet tevhide çağrılır. Üçüncü olarak da âhiret gerçeği işlenir. Ölüm ve kıyâmetten, mahşerden, cennet ve cehennemden son derece canlı; bir taraftan ümitlendiren, bir taraftan korkutan manzaralar sunulur. Neticede insanın dikkat nazarı, kendi yaratılışı üzerine çekilerek, hiç olmazsa buradan hareketle göklerin ve yerin melekûtuna, açık ve gizli hükümranlığına sahip olan Allah’ın birliğini, kudret ve azametini anlaması istenir. Yâsin Sûresi Nuzül Sebebi Mushaftaki sıralamada otuz altıncı, iniş sırasına göre kırk birinci sûredir. Cin sûresinden sonra, Furkan sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Yerinde açıklanacak bir sebeple 12. âyetin Medine’de indiğini ileri sürenler de olmuştur. Yâsin Sûresi Fazileti Resûlullah şöyle buyurur “Her şeyin bir kalbi vardır; Kur’an’ın kalbi de Yâsîn’dir.” Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 7 Yine Efendimiz buyurur “Ölülerinizin yanında Yâsîn’i okuyun.” İbn Mâce, Cenâiz 4; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 26 Bu hadis-i şerifi iki türlü anlamak mümkündür. Birincisi, “Ölmek üzere olanlarınıza okuyun.” Çünkü Yâsîn sûresi hep imanî mevzulardan bahsettiği için, son nefeslerini vermekte olan bir kişi onu dinlediği zaman imanı takviye olacak ve biiznillâh imanla âhirete intikâline yardımcı olacaktır. Bir kısım âlimlerimiz ise, hadisin zahiri mânasını dikkate alarak, “Yâsîn’i ölüp defnettiğiniz mevtâlarınız üzerine okuyun” şeklinde anlamışlardır. Her iki mânada dinimiz açısından doğrudur. Çünkü, ölülerimizin hayrına yaptığımız duaların, istiğfarların, kestiğimiz kurban ve verdiğimiz sadakaların onlara faydalı olacağını haber veren çok sayıda âyet-i kerîme ve hadis-i şerif vardır. Nitekim şu âyet-i kerîme bu açıdan dikkat çekicidir “…Rabbimiz bizi ve bizden önce geçmiş olan mü’min kardeşlerimizi bağışla! Kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin ve kötü duygu bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” Haşr 59/10 Peygamber Efendimiz şöyle buyurur “İnsan öldüğü zaman bütün amelleri kesilir. Ancak şu üç şey bundan müstesnâdır Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlât.” Müslim, Vasıyet 14 Sad b. Ubâde yanında bulunmadığı bir esnâda annesinin vefât ettiğini, onun adına sadaka verdiği takdirde kendisine bir faydası olup olmayacağını sormuştu. Allah Resûlü “Evet” buyurunca, Sad sahip olduğu meyve bahçesini annesi adına tasadduk etmişti. Buhârî, Vesâyâ 15 Çünkü dinimiz kabir âlemini ve âhiret hayatını dünyanın tabii bir devamı saymakta, ölüsüyle dirisiyle Müslümanları tek ruh olarak görmekte, mü’minlerin gönüllerinde âhirete imanı kökleştirecek hususlara çok önem vermekte, bu sebeple dirilerin ölülerle, daha açık bir ifadeyle hayattakilerin kabir âlemiyle irtibatlarını hep canlı tutmaktadır. Efendimiz kabirdekilerini selamlarken buyurduğu وَ اِنَّا اِنْ شَاءَ اللّٰهُ بِكُمْ لَاحِقُونَ ve innâ inşâellâhu bikum lâhikûn “İnşallah biz de yakın zamanda size kavuşacağız” Müslim, C3nâiz 104 sözü bu açıdan çok mânidardır. Yâsîn sûresi İslâm toplumlarında öylesine mühim bir yere sahiptir ki hatta “Yâsîn sütü” diye bir tabir ortaya çıkmıştır. Nitekim anlatıldığına göre imanlı bir kadın, çocuğunu emzirirken daima Yâsîn sûresini baştan sona kadar okurdu. Kadın sûreyi bitirinceye kadar da çocuk emmeyi bitirir ve bu âdetini muntazaman devam ettirirdi. Çocuk büyüdü; hayırlı, âlim, fâzıl bir zat oldu. Kadın oğluna ara - sıra şöyle derdi “- Oğlum! Sakın bu fazileti hep kendinden bilme, zira ben seni Yâsîn sütü ile büyüttüm!..”Şimdi Yüce Rabbimiz, Kur’an’ın kalbi olan Yâsîn sûresinin muhteşem talimatlarıyla kalbimizi harekete geçirmek, Yâsîn sütünden içerek manen tekamül etmemizi sağlamak üzere buyuruyor ki اَوَلَمْ يَرَ الْاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ ﴿٧٧﴾ وَضَرَبَ لَنَا مَثَلًا وَنَسِيَ خَلْقَهُۜ قَالَ مَنْ يُحْيِ الْعِظَامَ وَهِيَ رَم۪يمٌ ﴿٧٨﴾ قُلْ يُحْي۪يهَا الَّذ۪ٓي اَنْشَاَهَٓا اَوَّلَ مَرَّةٍۜ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَل۪يمٌۙ ﴿٧٩﴾ Karşılaştır 77 İnsan hiç dikkat edip düşünmez mi ki, biz onu bir damla sudan nasıl yaratıyoruz? Böyleyken, o bize karşı yaman bir düşman kesiliveriyor! Karşılaştır 78 Kendi yaratılışını unutup, bize bir misâl getirmeye kalkışıyor da “Şu çürümüş gitmiş kemikleri kim diriltecek?” diyor. Karşılaştır 79 De ki “İlk defa onu yoktan kim yarattıysa, tekrar O diriltecek. O, her türlü yaratmayı hakkiyle bilendir. TEFSİR Bu âyetlerin inişiyle ilgili şöyle bir olay nakledilir Öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr eden Übey b. Halef, çürümüş bir kemik alıp elinde ufaladıktan sonra Resûlullah dönerek “- Allah’ın, bu çürümüş kemikleri tekrar dirilteceğine mi inanıyorsun?” demişti. Resûl-i Ekrem “Evet, seni öldükten sonra tekrar diriltecek ve cehenneme sokacak” diye cevap verdi. Bu olay üzerine bu âyetler nâzil oldu. Taberî, Câmiu’l-beyân, XXIII, 38 Bir defasında Resûl-i Ekrem avucunu diliyle hafifçe ıslatıp işaret parmağıyla elindeki tükürük zerresini gösterdi ve şunları söyledi “Azîz ve Celîl olan Allah Teâlâ buyuruyor ki - Ey Âdem oğlu! Ben seni şöyle bir şeyden yaratmışken, benim âciz olduğumu nasıl söylersin?»” Sonra Efendimiz eliyle boğazını göstererek Cenâb-ı Hakk’ın buyruğunu anlatmaya devam etti “- Canın şuraya gelince, sadaka veriyorum dersin; o sırada sadaka vermenin ne faydası var?»” İbn Mâce, Vesâyâ 4; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 210 Evet, bütün bu cehâlet, gaflet ve inkârına rağmen insanı değersiz, atılmış bir su olan meniden, sonra ondan süzülmüş bir öz olan nutfeden en güzel kıvamda bir varlık olarak yaratan; yaratılanları bütün özellikleriyle bildiği gibi yaratmanın da her çeşidini bilen Allah Teâlâ, ölüleri elbette diriltmeye yetecek gücün sahibidir. Varlıkları ilk defa yoktan var eden için, onları yeniden yaratmak hiç de zor değildir. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur “Allah, bütün varlıkları ilkin yoktan yaratan, sonra dünyada bu yaratmayı tekrar tekrar yineleyen ve âhirette her şeyi yeniden yaratacak olandır. Bu yaratılışı tekrarlama ve en son yeniden yaratma O’nun için çok daha kolaydır. Göklerde ve yerde tecelli eden en yüce sıfatlar Allah’a aittir. O, kudreti dâima üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır.” Rûm 30/27 “İyi de, bizi yeniden hayata döndürecek kimmiş?” diyecekler. Sen de Sizi ilk defa yoktan yaratan diriltecek!» de.” İsrâ 17/51 Cenâb-ı Hakk’ın ölüleri diriltmesiyle alakalı Peygamberimiz önceki ümmetlerden naklederek anlattığı şu kıssa ne kadar ibretlidir “Bir adam yaşamaktan ümidini kesince ailesine şöyle vasiyet etti - Ben ölünce çokça odun toplayıp yakın, cesedimi onun içine atın. Yanmış kemiklerimi iyice ezip un hâline getirin. Şiddetli rüzgârın estiği bir gün onu denize savurun.» Ailesi de onun dediklerini yaptı. Allah Teâlâ, bu adamın zerrelerini bir araya getirdi ve ona - Niçin böyle yaptın?» diye sordu. Adam - Senin azabından korktuğum için öyle yaptım, yâ Rabbî!» deyince Cenâb-ı Hak onu bağışladı.” Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Tevbe 27-28 Ancak bu hadîs-i şeriften hareketle, bir kısım batıl inançlar gereği uygulanan cenazeleri yakma adetinin İslâm’ın cevaz verdiği bir durum olduğu zannedilmemelidir. Belki önceki ümmetlerde olsa bile Muhammed ümmetine böyle bir cevaz sözkonusu değildir. Ayrıca Efendimiz bu kıssayı, Allah’ın azabının şiddetini belirtme bakımından bir darb-ı mesel olarak anlatmış olabilme ihtimali de vardır. Cenâb-ı Hakk’ın ölüleri dirilteceğine dair ikinci delil, yeşil ağaçtan tutuşturduğumuz ateşin çıkmasıdır Kaynak Ömer Çelik Tefsiri
Bayraktar Bayraklı Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur'an Mealiİnsan görmez mi ki, biz onu nutfeden/meni ve yumurtadan yarattık. Bir de bakıyorsun ki, apaçık düşman Okuyan Kur’an Meal-TefsirO inkârcı insan, kendisini nutfeden zigottan yarattığımızı görmedi mi? Bir de bakarsın ki o apaçık bir tartışmacı Yüksel Mesaj Kuran Çevirisiİnsan, kendisini bir damlacıktan yarattığımızı görmez mi ki bize karşı apaçık bir düşman kesilir?İnsan, onu bir nutfeden* yarattığımızı düşünmüyor mu? Şimdi de Bize apaçık düşman Vakfı Süleymaniye Vakfı MealiO insan, kendisini döllenmiş yumurtadan yarattığımızı görmez mi ki, bize açık bir düşman Rıza Safa Kur'an-ı Kerim Gerçekİnsan, kendisini bir damlacıktan yarattığımızı zaten görmüyor mu? Yine de apaçık düşman İslamoğlu Hayat Kitabı Kur’anİnsan görmez mi ki, Biz kendisini bir damlacık hayat suyundan yarattık ve akıl fikir bahşettik, fakat o apaçık bir hasım olup Nuri Öztürk Kur'an-ı Kerim MealiGörmedi mi insan, kendisini bir spermden yarattığımızı! Bir de bize açık bir hasım kesilmiştir Bulaç Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlamıİnsan, bizim kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmüyor mu? Şimdi o, apaçık bir düşman sadeleştirilmiş İnsan görmüyor mu ki, Biz onu bir nutfeden yarattık da şimdi o çeneli bir çekişgen Esed Kur'an Mesajıİnsan bilmez mi ki, kendisini bir sperm damlasından yaratırız; ve o anda kendisini düşünme ve tartışma yeteneği ile donatılmış İşleri Kur'an-ı Kerim Türkçe Mealiİnsan, bizim, kendisini az bir sudan meniden yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış apaçık bir düşman Hamdi Yazır Kur'an-ı Kerim ve Yüce MealiGörmedi mi o insan? biz onu bir nutfeden yarattık da şimdi o çeneli bir çekişgen kesildiSüleyman Ateş Kur'an-ı Kerim ve Yüce Mealiİnsan, bizim kendisini nasıl bir nutfe spermden yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi apaçık bir hasım kesildi?İnsan, bizim kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmüyor mu? Şimdi o apaçık bir düşman Basri Çantay Kur'an-ı Hakim ve Meal-i Kerimİnsan, kendisini bir nutfeden yaratdığımızı gör ür gibi bilmedi mi ki şimdi o, açıkdan açığa müfrit bir muhaasım kesilmekde Bizim kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmedi mi ki; şimdi apaçık bir Piriş Kur'an-ı Kerim Türkçe Anlamıİnsan kendisini bir damladan yarattığımızı görmüyor mu ki apaçık mücadeleci Yıldırım Kuran-ı Kerim ve Mealiİnsan şunu hiç görüp düşünmedi mi Biz kendisini bir nutfeden yaratmışken, yaman bir hasım kesildi Hulusi Türkçe Kur'an Çözümüİnsan görmedi mi ki biz onu bir spermden yarattık... Bu gerçeğe rağmen şimdi o apaçık bir hasımdır!Edip Yüksel Eski Baskı Mesaj Kuran Çevirisiİnsan, kendisini bir damlacıktan yarattığımızı görmez mi ki bize karşı apaçık bir düşman kesilir?Erhan Aktaş Eski Baskı Kerim Kur'anİnsan, onu bir nutfeden* yarattığımızı düşünmüyor mu? Şimdi de Bize apaçık düşman Khalifa The Final TestamentDoes the human being not see that we created him from a tiny drop, then he turns into an ardent enemy?The Monotheist Group The Quran A Monotheist TranslationHas man not seen that We have created him from a seed, but he then becomes a clear opponent?Edip-Layth Quran A Reformist TranslationHas the human being not seen that We have created him from a seed, and yet he would become a clear enemy?
36-YÂSÎN 77. Ayet أَوَلَمْ يَرَ الْإِنسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ E ve lem yerel insânu ennâ halaknâhu min nutfetin fe iza huve hasîmun mubînmubînun. Bayraktar Bayraklı İnsan görmez mi ki, biz onu nutfeden/meni ve yumurtadan yarattık. Bir de bakıyorsun ki, apaçık düşman kesilmiş. Edip Yüksel İnsan, kendisini bir damlacıktan yarattığımızı görmez mi ki bize karşı apaçık bir düşman kesilir? Erhan Aktaş İnsan, onu bir nutfeden1 yarattığımızı düşünmüyor mu? Şimdi de Bize apaçık düşman oldu. 1- Bir damla sıvı. Muhammed Esed İnsan bilmez mi ki, kendisini bir sperm damlasından yaratırız; ve o anda kendisini düşünme ve tartışma yeteneği ile donatılmış görür. Mustafa İslamoğlu İnsan görmez mi ki, Biz kendisini bir damlacık hayat suyundan yarattık ve akıl fikir bahşettik, fakat o apaçık bir hasım olup çıktı. Süleyman Ateş İnsan, bizim kendisini nasıl bir nutfe spermden yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi apaçık bir hasım kesildi? Süleymaniye Vakfı O insan, kendisini döllenmiş yumurtadan yarattığımızı görmez mi ki, bize açık bir düşman kesilir. Yaşar Nuri Öztürk Görmedi mi insan, kendisini bir spermden yarattığımızı! Bir de bize açık bir hasım kesilmiştir o. Ayetin Tefsiri MEAL 77. İnsan görmez mi ki, Biz kendisini bir damlacık hayat suyundan yarattık ve akıl fikir bahşettik, fakat o apaçık bir hasım olup çıktı. 77. Şu kâfir adam kendisini bir damla sudan/meniden yarattığımızı hiç düşünmez mi ki, şimdi kalkmış bize açıkça meydan okuyor. 77. İnsan, kendisini bir nutfeden yaratmış olduğumuzu görmedi mi de, şimdi o çeneli bir çekişken kesildi. Elmalılı TEFSİR Kâfirlerin sorusuna, delil ile karşılık veriliyor. Bu hususu 48. âyette nakletmiştik. Onlar, "Kendisi ile tehdit ettiğiniz Kıyamet ne zaman gelecek?" diye soruyorlardı, ama asıl gayeleri kıyametin vaktini öğrenmek değildi. Bilâkis ölümden sonra insanın diriltilmesinin mümkün olmadığını ve bunun akla aykırı düştüğünü kabul ediyorlardı. Bu nedenden ötürü sözkonusu soruya âhiret hakkında deliller serdedilerek cevap verilmiştir. İbn. Abbas, Katâde ve Said b. Cübeyr'den rivâyet edildiğine göre, Mekke'nin ileri gelenlerinden bir şahıs çürümüş bir kemik getirerek, onu Rasulullah'ın karşısında ufalamış ve havaya savurduktan sonra, "Ey Muhammed" demiş. "Bu ölüyü kim diriltecek ve çürümüş kemiklere kim can verecek?" Bu soruya cevap olarak, söz konusu âyeti kerime nazil olmuştur. Bir sonraki âyetle Yani, insan başlangıçta bir hücreydi. Daha sonra Biz onun bedensel özelliklerini, tıpkı diğer hayvanlar gibi geliştirdik. İnsanlar da hayvanlar gibi yerler, içerler ama onlardan farklı olarak insanlara akıl, şuur ve düşünme, hitap etme vs. yetenekleri verilmiştir. Tüm bunlara rağmen insanoğlu yine de yaratıcısına karşı gelmekten, nankörlük etmektedir. Mevdudi Bu bölüm, insanı öz benliğindeki gerçek varlığı ile yüz yüze getirerek başlıyor. Hayatında bir gerçek olarak gördüğü, gözü ve duyularıyla tekrar tekrar tanık olduğu yoktan yaratılıp büyümesini ve oluşumunu canlandırıyor. Buna rağmen, bu gelişmelerin ifade ettiği mesajı anlayamadığını, bunları, Allah'ın ölüp dağıldıktan sonra diriltip hesap vermek üzere toplayacağına ilişkin vaadinin bir göstergesi olarak kabul etmediğini belirtiyor. "İnsan, kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmez mi ki, hemen apaçık bir hasım kesilir?" İnsanın, yakın aslının o olduğunda şüphe etmediği bu "nutfe" denilen şey nedir? Hiçbir değer ve önemi olmayan, nokta kadar bir su damlası! Bu nokta, binlerce hücreyi kapsar. Bu binlerce hücreden sadece bir tanesi anne karnındaki bebek oluyor. Sonra da doğup, Rabbiyle tartışan, O'na kafa tutan, O'ndan kanıt ve delil isteyen insan şekline dönüşüyor. İşte yüce Allah, o ufacık su damlasından, apaçık hasım kesilen bu insanı yaratıyor. İnsanın ilk kaynağı ile vardığı son nokta arasında ne kadar büyük mesafe var! Ne büyük değişim geçiriyor! İnsan böylesine büyük bir kudretin, çürüyüp toprağa karıştıktan sonra kendisini yeniden yaratıp hesap vermek üzere toplayacağını nasıl kabul etmiyor? Seyyid Kutup "İnsan görmez mi ki Biz kendisini bir damlacık hayat suyundan yarattık." - Yani, Kur'an'ın başka yerlerinde bu meyandaki âyetlerden yola çıkarak; akıl ve fikir verdik. Yani onu bir damlacık hayat suyundan yarattık, basit bir su, yani Allah'ın yaratışına göre. Ama akıl ve ruh verince o, muhteşem bir varlığa dönüşüverdi. Ve ne oldu? Aslında asıl burası önemli; fakat o apaçık bir hasım olup çıktı. Bir damlacıktan, başka âyetlerde "min turabin", "min hamein mesnun", "min salsâlin kel feğğar", "min tiyn" yani, "çamurdan", "topraktan", "pişirilmiş çamurdan", "kurutulmuş çamurdan" yarattıkta ne oldu? Yaratıp akıl verdik, ruh üfledik ve onu adam olsun diye iradeyle donattık da ne oldu? Fakat verdiğimiz akıl ve iradeyle değer kazanacağı yerde, bunları alır almaz, sahip olur olmaz Allah'a ihanet etti. Yani bu akılla Allah'a yaklaşacağı yerde, Allah'tan uzaklaştı. Bu ruhla ve insana verdiği diğer değerlerle kendini bulacağı yerde kendini kaybetti. Evet, 73. âyetteki şükretmiyor musunuz açılımı bu işte! Şükretmeyince de böyle olur. Aklın şükrü varlıkla, var eden arasındaki ilişkiyi bulmaktır. Eğer akıl şükrünü eda etmiyorsa küfretmeye başlar. Sahibini Allah'tan uzaklaştırır. Yani, sahibini Allah'a yaklaştırması gereken yerde uzaklaştırır. İradenin şükrü insanın kötüye karşı direncini korumaktır. Ama irade şükrünü eda etmeyince insanı günaha yaklaştıran bir araca dönüşür. Yani, iradesizlik insanın kendine yabancılaşmasına dönüşür. M. İslamoğlu
yasin suresi 77 ayet fazileti