CANYÜCEL'E DAİR. Can Yücel, Hasan Ali Yücel ile Refika Hanım’ın evliliklerinden 21 Ağustos 1926’da ikizi Canan ile birlikte dünyaya gelir. Daha sonra Gülümser adını alan bir kardeşi daha dünyaya gelir. Can Yücel, ikiz kardeşiyle sürekli kavga ettiğinden üçüncü sınıftan itibaren yatılı okumak zorunda kalır.
Daha sonraları Yeni Dergi, Birikim, Sanat Emeği, Yazko Edebiyat ve Yeni Düşün dergilerinde yayımladığı şiir, yazı ve çeviri şiirleri ile tanınan Yücel, 1965`ten sonra siyasal
Bilir gibi başına ne geleceğini mezar taşının, yazmış bu dizeleri böylesine yalın ve ‘can’dan şiirlerini topladığı Can Yücel “ Mekanım Datça olsun” kitabında.. Heykeltıraş Mehmet Aksoy’un tasar yapımını üstlendiği, vasiyetine binaen yapılan mezar, gün boyu emdiği güneş ışığını akşamdan itibaren
Can Yücel Şiirleri yazımızda kullandığı kaba lakin samimi dil ile Türkçemize yeni bir nefes kazandıran Can Yücelin en güzel şiirlerini sizler için derledik. Can Yucel Guzel Soz Siir Ozlu Sozler . Ne Can Yücelin bu şiirini 1 bilirdim o zamanlar ne de ne yapmaya çalıştığını Denizin. Can yücel aşk olsun şiiri. Beynimi
CanYücel'in çeviri şiirlerini topladığı kitap: h e r b o y d a n. Adana Film Festivali'nde verilen ödül: a l t
Kaba saba sayılabilecek kendine has üslubu ve gönle dokunan dizeleri ile hala dillerden düşmeyen Can Yücel, 72 senelik yaşam serüvenine birçok güzellik sığdırmıştır. Türk
WEVC. Bu bulmacanın çözümü 10 harftir ve H A harfi ile başlar Aşağıda, Can Yücel'in çeviri şiirlerini topladığı kitap için doğru cevabı bulacaksınız, eğer bulmaca'ü bitirmek için daha fazla yardıma ihtiyacınız olursa navigasyonunuza devam edin ve Arama fonksiyonumuzu deneyin. CodyCross Spor Grup 145 cevabı biliyor musun? CODYCROSS Spor Grup 145 Bulmaca 2 Pahada hafif; değeri düşük Hastalık nedeniyle işlemeyen, bozulmuş İkna etmek için uzun uzadıya konuşmak Aydın'da bulunan tarihi hamam Kişinin kafa yapısından karakter analizi yapma Fransız bayrağında kırmızının temsil ettiği kavram İnsanın içine işleyen nitelikte Ankara'da 1967'de kurulan devlet üniversitesi Ana rahmi, uterus Brezilya ve kongo'da görülen iklim türü Adana film festivali'nde verilen ödül benzer bulmaca Ahmed hâşim'in ikdam gazetesinde çıkan fıkralarını topladığı kitap Tomris uyar'ın anılarını topladığı kitap Ece ayhanın toplu şiirlerini içeren kitap Kemal varolun toplu şiirlerini içeren kitap Erdal alovanın toplu şiirlerini içeren kitap Anında çeviri Arıların çiçeklerden topladığı sarı madde Montaigne'nin öykülerini topladığı kitabı Eş zamanlı yapılan çeviri Arıların çiçeklerden topladığı sıvı, bal özü Düğünde oyundan sonra davulcunun topladığı para Müzisyenlerin topladığı bahşiş Topladığı ışığı bir doğrultuda gönderen bir cins optik sistem Yabancı dilden yazılı çeviri yapan kişi Öğrencilerin yazma gereçlerini topladığı küçük kap Çeviri işiyle uğraşan kişi Yabancı filmin altından geçen çeviri cümlesi Uluslararası çeviri günü'nün kutlandığı tarih Türk edebiyatında ilk çeviri roman Bir dilden başka bir dile yapılan çeviri Son Bulmacalar Yenilgiye uğrama, mağlubiyet Ömer adlı birine seslenilen türkü, ezelden Siti ana, deli emin gibi karakterlerin olduğu film Doğu anadoluda cağ kebabı ile ünlü il Atasözüne göre taşıma su ile dönmeyen alet Lüküs hayatın bestecisi olan müzisyen, cemal Suudi kadınların, ilk kez 2018de alabildiği belge İtalyada bir köyde geçen, marangozlu çocuk kitabı
Bu bulmacanın çözümü 11 harftir ve M A harfi ile başlar Aşağıda, Can Yücel’in bir şiir kitabı için doğru cevabı bulacaksınız, eğer bulmaca'ü bitirmek için daha fazla yardıma ihtiyacınız olursa navigasyonunuza devam edin ve Arama fonksiyonumuzu deneyin. sizin tarafınızdan önerilen çözümler FKMGBPWR cevabı biliyor musun? benzer bulmaca Şiir söyleyen, şiir okuyan, şiir yazan Başarılarınla, niteliklerinle yücel Can yücel'in, deniz gezmiş'i anlattığı ünlü şiiri Tahsin yücel’in bir romanı Yavuz turgul’un yönettiği ”muhsin bey” adlı filmde uğur yücel’in canlandı Yücel, gurur duy - zaman, vakit - kez, defa - önde, ileride Uğur yücel'in ali nazik rolünde olduğu film Can yücel'in çeviri şiirlerini topladığı kitap Uğur yücel'in yönetmenliğini yaptığı ilk film Muhsin bey'de uğur yücel'in oynadığı karakter Şener şen ve uğur yücel filmi, __ bey Bu tahsin yücel romanının oluşumu 40 yıl sürdü Uğur yücel filmi, ejder Köy enstitülerinin kurucusu, yücel Allah sevgisiyle söylenip makamla okunan şiir. tekke edebiyatı şiir türlerinden biri Şiir söyleyen, şiir okuyan Asaf halet çelebi'nin bir şiir kitabı Behçet necatigil’in bir şiir kitabı Cahit külebi’nin bir şiir kitabı Cemal süreya’nın şiir kitabı sicak Son Bulmacalar 70lerin meşhur bir şarkı sözü, ben de olsaydım Adanaya özgü nişastadan yapılan tatlı Juliette binocheun oynadığı louis malle filmi Öksürük benzeri bu eylem anında kalp duruyor denir Bedrettin dalanın kurucusu olduğu üniversite Aşk ı memnuda geçen ünlü bir ifade, takımı Timurla ankara muharebesi yapan bayezidin lakabı Bir metni başka bir dile aktarmak, tercüme etmek
Can Yücel, Hasan Ali Yücel ile Refika Hanım’ın evliliklerinden 21 Ağustos 1926’da ikizi Canan ile birlikte dünyaya gelir. Daha sonra Gülümser adını alan bir kardeşi daha dünyaya gelir. Can Yücel, ikiz kardeşiyle sürekli kavga ettiğinden üçüncü sınıftan itibaren yatılı okumak zorunda kalır. Bu durumu şu cümlelerle dile getirir “Hem aynı şehirde oturacaksın, hem de okula leyli yollanacaksın. Çok bozuldum, çok üzüldüm. Benimsedim. Her şeyi benimsediğim gibi…” Milletvekili olması nedeniyle sürekli olarak Ankara’ya gidip gelen babası Hasan Âli Yücel’e büyük bir tutkuyla bağlıdır. “Babamı her zaman bir koku olarak düşündüm. Babamın kendine göre bir kokusu vardı. Ben babamın kokusunu sevdim aslında. Çok ayrı kalırdık biz; ama buluştuğumuz zaman beni koluna yatırırdı, uyurduk. Bir saat, iki saat, uzun gurbetlerden sonra. Ve hep kokusunu hatırlarım ben babamın. Sonra sesini hatırlarım. Babam benim için aslında, duyularımın incelmesine yaramış bir adam. Düşünmede, konuşmada… Mesela sesim pek benzer babama…” Can Yücel’in 20 Eşsiz Şiirinden Sözler isimli yazımızı da okumanızı öneriyoruz. Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim Hayatta ben en çok babamı sevdim Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek- Nasıl koşarsa ardından bir devin O çapkın babamı ben öyle sevdim Bilmezdi ki oturduğumuz semti Geldi mi de gidici, hep, hep acele işi! Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi Atlastan bakardım nereye gitti Öyle öyle ezberledim gurbeti “Ben Mevlevi bir ailede büyüdüm. Dedem neyzendi. Babam Mevlevi tekkesinde büyüdü. Babaannem mevleviydi. Benim Allah’a inanmamam, Mevlevi olmama mani değil. Bir paradoks olacak belki. Ben bütünselliği severim. Dünyanın bütünselliğini severim. Dünyanın birbiriyle bütün halinde yaşamasının güzelliğine inanırım.” Babasının Milli Eğitim Bakanı olması nedeniyle Ankara’ya taşınmak zorunda kalırlar. Ortaöğretiminden sonra 1941’de Ankara Erkek Lisesi’ne başlar. Burada Gazi Yaşargil’le sınıf arkadaşı olurlar. Atatürk Lisesi’ni sonradan çok sevmeye başlayan Can Yücel, burada Nazım okuduklarını, Dünya Edebiyatı’nı tanıdıklarını ve Latince öğrendiklerini aktarır. Can Yücel, babası ve kardeşleriyle Lise öğrenimini tamamlayan Can Yücel, DTCF Klasik Filoloji Bölümü’ne girer. Burada bir süre Alman Filolojisi okur. 1946’da çok partili düzenle birlikte Can Yücel’in muhalifliği siyasal bir kimlik de kazanır ve sol kanattaki sanatçı ve politikacılarla yakın olmaya başlar. Behice Boran’la tanışır, Dil Tarih’teki İlerici Gençler Derneği’ne üye olur. Bütün bunlardan haberdar olan Hasan Ali Yücel, oğlunu İngiltere’ye Cambridge Üniversitesi’ne yollamaya karar verir. Can Yücel, çok sonraları yapılan bir söyleşide “Ben Dil Tarih Fakültesi’nde Almanca öğrenmiştim, Alman Edebiyatı’nı biliyorum. İngilizce bilmiyorum. Niye yolluyorsunuz? Cambridge’e! Çılgınlık işte! Züppelik!” sözleriyle tepki gösterir. Babası kurulu düzenin yürütücülerindendir, oysa Can Yücel düzene bütünüyle muhalif bir ruha sahiptir. Zaman zaman babasıyla tartışır; hatta utandığı için arabasına binmeyi reddeder. Bütün bunlara rağmen babasına büyük tutkuyla, hiç bitmeyecek olan bir aşkla bağlıdır “Babam vekil oldu. Annemin başına şapka kondu, doğru Ankara’ya… Annem Romanyalı, mahzun kadın. Çok güzel. Boy müthiş şefkatli. Babamın zamparalığı malum. Metreslerini bu söz kadına ayıp, ama işte onları eve getirir. Hepsi uzun sürer. 10 yıl aynı kadın… Annem hep kabullenir. Annem hepsine göğüs gerer. Annem aşık babama. Babam tatlı herif bütün bunları idare eder… Babam hep seferberdir. Herkesi çalıştırır. Kendi de çok çalışır… İt. Serseri. Çok da severim o serseriyi, o tatlı herifi! Annemin aşık olmamasına imkan yok. Ben de aşıktım ona aslında… Birden terslenir. Sonra öyle insan canlısı ki…” Can Yücel, Sadi Öziş, İlhan Koman, 1950 Cambridge’deki eğitimi esnasında buradaki öğrencilerin çocukluktan itibaren Yunanca, Latince öğrenmeye başladıklarını ve kendisinden çok daha ileride olduklarını görür, bir süre sonra Linkfield’e geçer. Burada arkadaşları Bülent Ecevit, Rahşan Hanım ve Yavuz Bayraktar’la beraber yaşar. “Havuzlu, tenis kortlu lüks evlerde oturuyoruz, ama yemek yiyecek paramız yok. Babam geldi ziyarete. Mezarlıktan ebegümeci toplayıp ikram ediyoruz…” diyerek buradaki sıkıntılı günlerine dikkat çeker. Londra’da resmi tarihi öğrenmek için Avni Arbaş, Bedri Rahmi, Selim Turan, Şadi Çalık ve İlhan Koman’ın da olduğu Courtauld Institute of Art’a gider. Aldığı öğrenci bursu zaman zaman yetersiz kalınca sokaklarda incik boncuk satar, sırtına bir reklam panosu takıp Paris sokaklarında dolaşır. Yaşantısından memnundur, ancak babası onu Türkiye’ye çağırır. Artık Demokrat Parti iktidardadır ve köy enstitüleri kapatılmıştır. Ankara Üniversitesi’nde başlayıp, Cambridge Üniversitesi’nde sürekli karar değiştirerek sürdürmeye çalıştığı eğitim hayatı bir diplomayla sonlanmaz. Şadi Çalık, Can Yücel, İlhan Koman, 1950 1953’te Kore’de askerliğini yapar. Kore Savaşı’na katılan Türk tugayında yer alır ve savaşı çok yakından görme imkanı bulur. Askerden döndükten sonra babasının yaşadığı siyasi güçlüklerden kendisi de nasibini alır. Bir süre iş bulamaz. 1956’da Demirel’in akrabası olan bir arkadaşının yardımıyla, o dönemde Devlet Su İşleri Genel Müdürü olan Süleyman Demirel’le görüşür. Onun onayıyla iki yıl boyunca, dolgun bir maaşla Devlet Su İşleri’nin Bornova merkezinde görev yapar. “Su işleri müdürüyken gittim oraya, gayet iyi karşıladı. Ne istersin? dedi. Tercümanlık dedim. Nerede çalışmak istersin? dedi. Ege’de dedim. İzmir’de aşık olduğum bir kız vardı, ona yakın olmak için. Öyleyse, Bornova’da bizim büromuz var dedi. Demirköprü barajının Fransızlar’a tercümesini ben yaptım. Demirköprü barajının mukavelesi benim baraj bilgisizliğime borçludur.” Can Yücel, Bedri Rahmi’nin öğrencisi olan Güler Hanım’ı İlhan Koman’ların evinde tanır ve aşık olur. Güler Yücel eğitimini yarıda bırakarak 1956 yılında Can Yücel’le evlenir. Bu evlilikten Yeni Hasan, Güzel ve Su adını verdikleri üç çocukları olur. Karısına olan bağlılığını şu ifadelerle dile getirir “Arada kaçamak yaparım ya, bunun hiç önemi yok. Babam bana, sen tek karıyla yaşamaya mahkûmsun derdi. Güler’le yaşıyorum. Çok da seviyorum… Kendi içimden gelen bir güdüyle bir kadını, tek kadını sevmenin büyük bir dikkat ve yoğunluk isteyen ve mutluluğu çağıran bir yaşam tarzı olduğuna inanıyorum.” Evlendikten sonra tekrar yurtdışında yaşamaya devam eden Can Yücel, Londra’da BBC Türkçe Yayınlar Bölümü’nde spiker olarak çalışmaya başlar. Bu yıllarda zaman buldukça, İngiliz şiirinden birçok çeviri yapar. B. Brecht, F. G. Lorca, W. Shakespeare, P. Weiss gibi yazarlardan oyun ve şiir çevirileri yapan Yücel’in yayımlanan yirmi üç çevirisi bulunur. 66. Sone Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni, Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez. Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini, Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz, Değil mi ki ayaklar altında insan onuru, O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış, Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru, Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş, Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın, Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene, Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın, Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e, Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama, Seni yalnız komak var, o koyuyor adama. William Shakespeare Çeviri Can Yücel Nazım Hikmet’in ölüm haberinin gelmesi hayatlarında bir dönüm noktası olur. BBC’deki spikerlik macerasını noktalar. 1963’te Türkiye’ye döndükten sonra Marmaris ve Bodrum’da turist temsilciliği yapar. Sonraki dönemlerde hem yaptığı çevirilerle, hem çeşitli gazete ve dergilerde yazdığı yazılarla, hem de yayımlanan şiir kitaplarının çok ilgi görmesiyle geçimini sağlamaya çalışır. Ancak kendisi, ekonomik anlamda rahat bir hayata ermelerinin asıl kaynağını aileden kalan mal varlığına dayandırır. Can Yücel, daha on yaşından itibaren şiir yazmaya başlar. Şiire ilgisinin ilk olarak nasıl başladığına dair sorulan soruya “Hiç bilmiyorum! İnat halinde şiir yazıyorum herhalde” diye cevap verir. Dilin güzelliğini ve şiir yazmayı, ilk olarak İstanbul ağzıyla Türkçe konuşan babaannesinden öğrendiğini sözlerine ekler. “İlk şiirimi on yaşında yazdım. Babamın metresi olan hanımın yuvasındayken. Yuvada bir çocuk öldü. Çok üzüldüm. Arkasından şiir yazdım. Şiire, babamın yardımı çok oldu. Hep şiir çevresindeydim. Babam okur, babaannem okur… Şiire elverişli bir dünya yaratmıştı babam bana… İngiltere dönüşümde çevreme çok dikkatli baktım. Herkesle beraber olmayı ve dinlemeyi seçtim. Cahit’le, Orhan’la…” “Farsça öğrenemedim, Arapça öğrenemedim, ama Divan Edebiyatı’nı okuyabildim. Daha çok musikiyle ilgilendim. Babamın çevresi musiki çevresiydi. O zamanki radyo büyük bir okuldu, akademi sayılabilirdi, oranın büyükleriyle daima toplantı halindeydi babam. En büyük zevki musikiydi. Onlardan Mevlevi musikisinin yanı sıra, Yunus, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan ve birçok halk ozanını öğrendim.” 1940’lı yıllardan itibaren yazdığı çocuk şiirlerini Peyami Safa Çocuk Haftası Dergisi’nde yayımlar. Bu dönemde Beethoven ve Mozart üzerine de şiirler yazar. 1950’li yıllara kadar yazdığı ve Mevlevi etkisinin olduğunu söylediği şiirleri hiçbir dergide yayınlatmaz. Sonunda yine babasının ısrarı ve desteğiyle ilk kitabı olan Yazma piyasaya çıkar. Ancak bu ilk eser edebiyat dünyasında neredeyse hiçbir yankı uyandırmaz ve çok büyük bir okuyucu kitlesine ulaşmaz. 1950’den sonra uzun bir süre şiir yazmaz. Bu yıllarda çeviri üzerine yoğunlaşan şair, hapse gireceği 1970’li yıllara kadar şiirden biraz uzaklaşır. Can Yücel, 12 Mart döneminde Türkçe’ye çevirdiği bir kitap yüzünden 15 yıl hapis cezasına mahkum edilir. İki buçuk yıl hapis yattıktan sonra 1974’te çıkarılan afla serbest bırakılır. En yakası açılmadık küfürlerden en acılı ağıtlara, en afili sokak ağızlarından en yoğun sevda ve sevgi şiirlerine, cin gibi zekâ pırıltılarından en yalın, en sade söyleyişlere kadar her şeye yer verdiği şiiri, bir göreve adanmışlık şiiridir Can Yücel’in. Can Yücel’in 1946-1950 yılları arasında yazmış olduğu ilk şiirlerini bir araya getiren 1950 tarihli Yazma adlı şiir kitabının kapağını Bedri Rahmi Eyüboğlu hazırlar. Suda Bir çift yaprakmış dalında yumuşacık Tutmuşum, tutmuşum ellerinden senin Düşmüşüz yavaşça bir sakin derenin İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık Balıklar gibiymiş sessiz ve karanlık, Yüzermiş saçların, yüzermiş nefesin Susarmışız öyle, bir sakin derenin İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık Yeşil Şiir Gözlerini kapatır beklerdi; Yaprağa benzer ellerini, avuçlarını uzatır, Beklerdi işitinceye dek Ağacın dalında, rüzgarda; Yeşili duydu mu uyurdu Rüyasında… Uzun bir suskunluk döneminin ardından 1973’te yayımlanan Sevgi Duvarı, Can Yücel’in 1950-1970 yılları arasında yazmış olduğu şiirleri içerir. Biçim arayışlarının, dil denemelerinin, ileride bütün ağırlığıyla görülecek ironinin, humorun ipuçları bulunabilir Sevgi Duvarı’nda… İleriki yılların ısırıcı, acımasız, alaycı siyasi şiirlerinin de ilk örneklerini görürüz. Cehennemin Dibi Uğradığım meyhanelerde hep senin içimin var Ben mezesiz demleniyorum biliyorsun İçerken hep yanımda Bir bardak su gibi Yanımda hep sen varsın. Kar Havası Şehir demir almış bir gemi karda Kalktı kalkacak Belki de seni bekliyoruz böyle Biliyorum her zamanki gibi Gene en son dakkada geleceksin Martı ayaklı tayfalar koşuşuyor limanda Açılıyor muyuz ne Gökyüzü mü yürüyor biz mi gidiyoruz yoksa Nedir o uzakta kapı mı pencere mi Sana benzer bir ışık sızıyor ardından Uykunun gözünde bir gelin teli Yanıp yanıp sönüyor 1974’te yayımlanan Bir Siyasinin Şiirleri, şairin cezaevi yıllarının ürünüdür ve hapishanede geçen zamanlarının bir güncesi gibidir. Bu kitap, önceki kitabı Sevgi Duvarı’nı da aşar ve şairin geniş kitlelerle daha yaygın bir şekilde buluşmasına zemin hazırlar. Güzel’e Dün gece senin küçücük elinle yalnız yattık Yalnız senin küçücük elinle yalnızlık Kandilli ilkokulu kadar kalabalık Zilleri çaldığında düşlerinin Sınıfların kapıları ardına kadar açık Gökyüzünün, denizin, toprağın, hayalle, emeğin Haklı sınıfları Belki de baskın korkusuyla vefasız, akıntıya atılan Kitaplar varya onlardan Öğrenmiş Marx’ı, gümüş balıkları Ve belki de onun için o kadar, O kadar aydınlık ortalık… Sen ki çicekleri toplamayan güzelim Çicekleri sulayan çocuk Ve ben ki buruk ve kavruk Bir ihtiyar adamım artık Öyle güzeldim ki senle, çiçeklerden çok Ve anladım, anladım ki bir daha DÜŞÜNDE BİLE GÖREMEZ İŞLER DÜŞLERİN GÖRDÜĞÜ İŞLER Mare Nostrum En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de Devrim O, onun en güzel yüz metresini koştu En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak… En hızlısıydı hepimizin, En önce göğüsledi ipi… Acıyorsam sana anam avradım olsun Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun 1976 yılında yayımlanan Ölüm ve Oğlum, şairin hapisten çıktıktan sonra yazdıklarının toplamıdır. Bi Damlacık Duru bir yeşildi ortalık Akşam güneşi kırılmış bir mızrak boyu Ve çocuk sesleriyle iniyordu ışık, Ağlarda sanki dargın bir kılınç balığı Pullarını döküyor üstüme Bir sessizliği anlatmak için yazıldı bu şiir Belki de anmak için bi damlacık bir sessizliği Baharla Ölüm Konuşmaları Ben de Boğaziçi’de bu bahar Mavi sakalına erguvanlar takmış Sarhoş bir iskele babası kadar Hem delikanlı hem deliler gibi ihtiyar 1982’de yayımlanan Rengâhenk, diğer şiir kitaplarında olduğu gibi toplumu aydınlatmayı, göz yumanlara gerçekleri ısrarla göstermeyi hedefleyen şiirlerdir. Kitabını, Beynin Piri Reisi notuyla arkadaşı Gazi Yaşargil’e ithaf etmiştir. Gözlerim Doluyor Faytonla gelirken Şafak’a doğru Şıp dedi çamların içinden Güneşe mâyil üç parça tekne Bakmıyorlar küsotları birbirlerine Gözlerim dalıyor değil Gözlerim doluyor Mezarlık ki sıkıştığımda bir insanlık En terkedilmiş kabri suladım Bir top ışık başverdi topraktan Gözlerime doluyor 1984’te yayımlanan Gökyokuş’u oğlu Yeni Hasan’a ithaf eder. Bu şiirleri, tarihten ve partiden, güncele ve partisiz bir alana sürgün edilmiş bir eski tüfek devrimcinin, olup biten karşısındaki tavırlarını, günlük yaşantılarını, tarihe ve partiye gönderme yapan devrimci bilince dayalı söylemi içeren şiirlerdir. Aşk Çocuğu Pencerelerin kenarından Sarkmış tül perdeleri Pembe Evin Uçup uçup yüz sürüyorlar Karşı tepedeki manastırın selvilerine Rüzgârla eğilip doğruldukça Sardunyalar, biberiyeler, Hiç korkma Karada ölüm yok oğlum sana bugün 1990’da Kuzgunun Yavrusu kitabının metinlerin tamamının merkezinde ben vardır. Hemen hemen her şiirin, şairle özdeşleşen bir söyleyicisinin olması da bu açıklamayı destekler niteliktedir. Bunaydın Bir limon kalmış güneşten Bi de daluçlarında buhur Bulutlar ki kar Bulutlar yağıyor Dizdüşümlerime… Bir tahtaboştasın loş Sarmanlar gelip gidiyor Silüsler beyazdan da yılan Sen bu tipiden çıkmıyacan… Bir limon kalsada güneşten Bide ölümcül umut Sen bu umuttan iflah Olamaya Can… 1990’da yayımlanan Kısa Devre’de bulunan şiirlerde görülen temalar sosyal eleştiri, tabiat, sonsuzluk, yaşama sevinci, umut, yalnızlık ve sanattır. Türkiyat Vapuru Dağıldılar bir meçhul semte Kırlangıçlarleyin ellerinde filileri, çantaları Kimisi dargın eski çifteciler Dağıldılar kırlangıçlarleyin bir meçhule Deniz su döküyor arkalarından Haydan gelip huya giden cümlelere Kaptan köşkü yüzüyor dalgaların üstünde 1991’de yayımlanan Gece Vardiyası’nda gündemin nabzını tutmaya, güncelin problemlerini yansıtmaya ve toplumsal meselelere ışık tutmaya devam eder. Bunun yanında caz müziğini hem biçim hem de içerik açısından şiire taşımaya çalışır. Yaşasın Cazın Getirdiği Devrim İhtiyarlamış bir komünist olarak Gitardan çıkan tın sesleri Beni yeniden adam edecektir Havada havva olan bir adem Ve yaklaşırken bütün güzellikleri baharla birlikte Arkadaşlarım olan cazcılar Elbette bulacaklar bir acıbadem Ve biz yaşamayı yeniden kuracağız 1990’da yayımlanan Güle Güle/Seslerin Sessizliği’nde sosyal hayatı, gördükleri ve yaşadıkları hakkındaki duygularını, izlenimlerini sanatın dili, zevki ve sesiyle ifade eder. Sadece Gerçeği Söyleyeceğime Usuldan bir esinti taa Köprüden geçen arabaların uğultusunu getiriyor Kolumda yatıyor hafiften horulduyorsun Demin yağan yağmurdan arta kalmış damlalar Yalancıktan tanıklık ediyorlar gençliğime 1994’te yayımlanan Gezintiler’de güzellikleri, çirkinlikleri bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermeye çalışırken, diğer yandan sıkıntılarını, özlemlerini ve memleketine duyduğu tutku derecesindeki bağlılığı dile getirir. Özlem Ellerim uzuyor sanki Baharda dallar Gözlerim açılıyor Baharda badem Aklım koşuyor koşuyor Güneşe doğru Ayçiçekleri içinden Datça’ya 1995’te yayımlanan Maaile’de yer alan şiirlerin ilham kaynağı aile fertleridir. Bunun dışında eserde tabiat, sosyal eleştiri, ölüm, sanat, yaşama sevinci, gurbet ve özlem temaları görülür. Göç VIII Papatya salına-salına eğilip kulağıma Sen bakma benim böyle salındığıma Bu benim bahar günlerimdir O dem gelip geçtiğinde Köküm öyle sağlam ki derin kayalarda… 1997’de yayımlanan Seke Seke’de bulunan şiirlerin büyük bir çoğunluğu yapı bakımından Garip tarzında kurulmuş şiirlerdir. Eserde bunun dışında hikaye etmenin hakim olduğu şiirlerle, imgelerin ağır bastığı şiirler de yer alır. Ayışığı Son Atı Alnımda bir ağustos böceği Yapraktan bedenim Ağaçtan bademim Bu zincirinden boşanmış poyrazda Uçuyoruz dolunaya doğru Yel yepelek yelken kürek Uçuyoruz ağaçlar evler duvarlar Uçuyoruz peribacaları Allaha emanet kula selamet Toprak da ayaklandı Bahçeler tarlalar Çiçekleri sarı yeşilleriyle Ardımızdan Kızlan’daki yel değirmenleri Alavra’da doludizgin yaban eşekleri Burunlar koylar bükler Dağlarda ki devanaları Balıkaşıran’da kopuyoruz anakaradan Uçuyoruz mehtapta Acemaşıran faslı okumaya dolunayda. Can Yücel, bademcik kanseri teşhisiyle yaklaşık bir yıldır tedavi görür, ancak 12 Ağustos 1999’da yaşama veda eder. Kaynak Can Yücel’in Hayatı, Edebi Çevresi ve Şiirlerinin İncelenmesi – Jale Gülgen Börklü
Şiir Name eski Samanalevi Netkafe sitesinin yeni sürümüdür. Sitemizde şairlere ait şiirler bulunmakta ve şiirlerini eklemek isteyen şairler şiirlerini ekleyebilmektedir. Üyelerimiz şairlere şiir ekleyebildiği gibi, kendi amatör şiirlerini de SİZİN ŞİİRLERİNİZ altına ekleyebilirler. Listede olmayan şair için ekleme talebinde bulunabilirler. Ayrıca Blog tarzıında Sosyal Bilimler, Yemek Tarifleri, Hobi-Sanat ve Bilişim konularında da paylaşımda bulunabilirler. Arkadaş ekleyerek arkadaşları ile mesajlaşabilirler. Facebook Sayfamız Telegram Grubumuz Samsun Avukat Ayşe Deniz ORAL Piyasa Manşet
BULUŞMAK ÜZERE Diyelim yağmura tutuldun bir gün Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek Öbür yanda güneş kendi keyfinde Ne de olsa yaz yağmuru Pırıl pırıl düşüyor damlalar Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın Dar attın kendini karşı evin sundurmasına İşte o evin kapısında bulacaksın beni Diyelim için çekti bir sabah vakti Erkenceden denize gireyim dedin Kulaç attıkça sen Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan Ege denizi bu efendi deniz Seslenmiyor Derken bi de dibe dalayım diyorsun İçine doğdu belki de İşte çil çil koşuşan balıklar Lapinalar gümüşler var ya Eylim eylim salınan yosunlar Onların arasında bulacaksın beni Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya Çakmak çakmak gözleri Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı Herkes orda sen de ordasın Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim Özgürlüğe mutluluğa doğru Her işin başında sevgi diyor Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili Bi de başını çeviriyorsun ki Yanında ben varım BÜYÜK CAN DEDİ Kİ Kovalamayın beni yatağa Hiç uykum yok Daha lafınıza karışacağım Ortalığı dağıtacağım Televizyonu kapatacağım Ayçiçeği resmi yapacağım daha Başparmağıma şiir okuyacağım Islık çalacağım Daha çok işim var Gecenizi karartacağım Kütahya vazonuzu kıracağım Vakitsiz yatırmayın beni Daha çok erken EĞER O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler, arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer. Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer. Utanılacak bir şey değildir ağlamak, yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık, çalınan birinin kalbiyse eğer. Korkulacak bir yanı yoktur aşkların, insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer. O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses, hiçbir zaman duyulmasaydı eğer. Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar, kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer. Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla, öylesine delice bakmasalardı eğer. Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer. Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin, son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer. Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman, meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer. Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman, beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer. Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla, tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer. O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi, yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer. O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar, son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer. Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri, her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer. Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de, dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer. Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel, namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer. Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından, dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer. Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de, sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer. Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine, kulağına okunacak biri olsaydı eğer. İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de, kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer. Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar, ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer. Issızlığa teslim olmazdı sahiller, Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer. Sen gittikten sonra yalnız kalacağım. Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse... Evet Sevgili, Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim uzanmak isterdi ince parmaklarına, mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!! ELLERİMDE BİR GÖZTAŞI Ellerimde bir göztaşı, gözlerim boş gidiyordum Ne bileyim, bir damlanın böyle deniz olduğunu Şaştım, mavi bir fal gibi açılınca önümde Giritli bir ölümüm varmış, bir balıkçı fitil gibi Patlayacakmış avucunda otuz çubuklu gençliğim Üç günde mi desem, üç gökte, üç kulaçta mi Ben ki, o camgöbeği çiçekler açan ağaç Kırılmaz bardaklar gibi tuzla buz olacakmış Ne zaman boğulsam böyle yosun kokuyordu ışık Sabahçı kahvelerde bir çiroz ötüyordu Ve dalgalarımı geçen o deniz şoförleri Böyle uyur düşlere bindirmiş gemiler Uyuklar gibi üstünde mermer masaların Bir tahta parçasıydım, osmanlı bir kazadan kalmış Yüzüyordum, islam kaptanın ahşap ayağında Öbür tahtalara öbür insanlara doğru Cumhurdu mürekkep balığı, simsiyah yüzüyordum Ne bileyim, bir korkunun böyle destan olduğunu Ağardım, nişanlayınca gece ve yavrulayan yalnızlık Ya da ilk insanın doğdugu, öldüğü dağdi Moby Dick Nefes aldıkça filbahriler köpürüyordu sulardan çanlar çalıyor kulaklarımda, yunuslar yarışıyordu Alyuvarlar, dolkuşları ve rüzgar midyeleri Dedim, dünya gibi bulut yok dünya üstünde Ellerimde bir göztaşı, gözlerim boş gidiyordum Ne bileyim, bir türkünün böyle Veysel olduğunu Açıldım, çıkmaz bir sokak gibi, kapanınca denizde. HALİME TERCÜMANDIM Sözümona insandım Hamsiydim buğulandım Koynumdaki hatunu Havva anamız sandım Beyazıt Kulesiydim Hem Kumkapıdaki yangın Arap itfaiyeciynen Kendi derdime yandım Pir Sultandım abdaldım Düz rakıya dadandım Çekip çekip kafayı Anacığımı andım Banazdaydı bazlamam Ve radyodaki reklam Yaşamı yandaş sayıp Bana bir ekmek bandım Arşa vardı feryadım Firazda kör kadıydım Kararsızlıktan cayıp Katlime karar aldım Gül benizli isyanım Eksi çıktıkça kanım Arta durdu bicanım Ben ölsem ölsem bile Dipdiri o sol yanım NUR İNDİ Kış kışlada kışlar iken Karakuşi bir yazıylan Kışkışlanıp, kışkışlanıp Akkuğulu yazmalarla İne inmez yazılara Elif oldu ne demezsin Teliflerim, teleflerim Sivil oldu savaşlarım Onbeş gündür kardı yağdı Daha da yağacakmış eyvah Yarına kalmaz görürüm Bütün çocuklarıyla çocukluğumun Ve tuşları üzerinde -İLAHİ- bir orgun Nur baba gibi geçerken Bach Zeyil Bu sulu kar ve bu pespaye şiir Sürerse bu minval üzre Bizi bilmem ama, aziz karilerim Gözlerimde hüzünlü ve tütsülü bir tebessüm Yarına kalmaz, ben, fücceten ölürüm... AL BİR UZUN HAVA Çekirgeydi Raşko’nun elindeki güvercin Raşko’da mengeneydi, bu beynimizde kalsın! Çekmişler ıstor diye muhribin dumanını Böyle aşk, böyle barış, Allah belamı versin! Bugün kitabım verdim tek pedal matbaaya Bu yol beni götürür sağlam Selimiye’ye Ağlıyorsam gözyaşım iki gözüme dursun Vermişim ben canımı al-uzun bir havaya ANAYASASI İNSANIN Kan yasası bu insanın Üzümden şarap yapacaksın Çakmak taşından ateş Ve öpücüklerden insan! Can yasası bu insanın Savaşlara yoksulluklara Ve binbir belaya karşın İlle de yaşayacaksın! Us yasası bu insanın Suyu şavka döndürüp Düşü gerçeğe çevirip Düşmanı dost kılacaksın!
can yücel çeviri şiirlerini topladığı kitap